Bir aslan lazım bana! 4 yaşını doldurmuş olmalı. Yelesi turuncuya çalmalı. Boyu bilindik aslanlardan uzun, kilosu 5 büyük taş ağırlığında olmalı! Yarın sabahtan itibaren size 40 gün mühlet. 40.gün şafak doğarken geleceğim…
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjBCRCLDQb4cBBEu37HPKBSySBoTflzxxqmy4sezyPYgr5bA9YlOgZf9hU9ygXbjgdWetTFyDMZTbN4873Y4_dkmRffYqm5vyLvsyFByhuPD89X1MXWYIq3bwecm5_eHa7IwJlBWA-FSd4j/s320/sorcerer.jpg)
Bunları söyledi ve yine ortadan kayboldu büyücü. Tüm köy donup kaldı. Bu sefer ki görev oldukça zordu. Bunu yapmaları lazımdı. Ama kim gidecekti… Kim bu yolda ölmeye hazırdı? O sırada tüm gözler sesin geldi yere döndü…
‘Ben!’… bu sözü söyleyen köyün gençleri arasında akıllarına gelebilecek en son kişiydi. Gününü genellikle resim çizerek, eski yazıtları veya bulduğu başka her şeyi okuyarak geçiren, on yaşında ki bir çocuktan bile dayak yiyebilecek kadar cılız olan birisi… Bazıları kıkırdamaya başladı, sonra birisi kahkaha attı. Tüm ortam yumuşamıştı. Herkes şimdi karnına ağrılar girecek kadar gülmeye başlamıştı. Daha iki gün önce bir ağacın dalını kesmeye çalışırken, fazla gerdiği dalın kafasına çarpması sonucu bir gün baygın yatan o değildi sanki!... Köyün reisi bağırdı;
‘Sen mi? Henüz öğrenmedin galiba böyle kutsal bir durumla dalga geçmemen gerektiğini. Sen bırak aslanı, bir sincabı bile yakalayıp getiremezsin, sen bırak Büyük Orman’a girmeyi, gidip ileride ki korudan taş alıp gelemezsin. Ne cüretle bu kutsal görevi böyle baltalayabilirsin!?’
Genç sustu. Gözleri alaca karanlıkta parlıyordu. Başını hafifçe kaldırdı. Önce sakince tüm herkesi süzdü, dalga geçen bakışlara aldırmadı, çocukların bile ona meydan okumasına gücenmedi.
‘Deneyeceğim, daha doğrusu bunu yapacağım. Bu görev bana bahşedildi!’
Herkes işte o zaman alayı, gülmeyi bıraktı. Gözlerinden ve duruşundan kararlılık okunuyordu.
‘Yapacağım!’….
Kimsede daha fazla bir şey demedi. Herkes derme çatma kulübelerine doğru yol aldı. Genç ise ortada öyle kaldı. Sanki mistik bir varlığın ona öğüt vermesini bekler gibi…