27 Ekim 2012 Cumartesi

Büyücünün Laneti...(3)


Varsham verdiği bu karardan sonra sabah erkenden kalktı. Gidip köyün silah deposundan kendine sağlam bir yay, bir sadak ok, bir mızrak ve bir kılıç aldı. Evden kendisini 3 gün idare edecek kadar erzak aldı. Yükü fazlaydı, daha fazla erzağa ihtiyaç duysa da taşıyamayacağı için alamadı. Kendisine ait tek hayvan olan koçu okuduğu yazıtlardan öğrendiği kadarıyla köyden uzak bir yerde tanrılara kurban etti. Artık yola çıkmaya hazırdı. İlk gün sadece 2 kere durdu ve yola devam etti. Fazla yemek yemedi. Gün artık son ışıklarıyla veda ederken kendisine bir ağaç beğendi. Ona tırmandı ve uyumaya çalıştı. Zihninde düşünceler dönüyordu. Cevaplar arıyor ancak bulamıyordu. Etraftan gelen ulumalar sürekli düşüncelerini bölüyordu. Büyük ormana bir günlük yolu vardı. Orada karşılaşacağı tehlikeleri düşünüyordu. Doğru düzgün savaşmayı bilmiyordu. Birkaç kez eğitime katılmış ama şevki kırılmıştı. O zaman saklanarak gitmeliydi. Tek seçeneği buydu. O sırada uzaktan bir hayvanın çığlıkları duyuldu. Ne olduğunu seçemiyordu. Ama çığlıklar artmaya başladı. Bu sefer bir hayvan değildi. Sanki koca bir sürüden yükseliyordu.
Ulumalar kesilmişti. Birkaç saat devam eden sesler sona erdiğinden birkaç dakika sonra kafasında karanlık düşünceler ile uyuyakaldı. Sabah bir baykuşun pekte iç açıcı olmayan ötüşü ile uyandı. Büyük Ormana yaklaşıyordu, bunu sabah kalktığında anladı. Öğlen vaktine yakın bir zaman olsa bile havada bir kasvet vardı. Ağaçtan inip kahvaltı niyetine biraz kurutulmuş et ve taş gibi sert ekmeğini yedi. Tekrar yürümeye başladı. Etrafta bir koku vardı ve giderek artıyordu: Kokunun ne olduğunu çıkartamadı. Ama rahatsız edici olduğu kesindi. Etrafta tek bir kuş bile kalmamıştı birkaç saat sonra. Sadece karanlık gövdeleriyle, göğe uzanan ağaçlar vardı. Ne bir karınca, ne bir sinek… Hiçbir hayvan burada yaşamıyordu, o ise yaşanılmayan bu topraklara kendi isteği ile gidiyordu. Yaklaşık dört saat yürüdükten sonra bir ses duydu. Ağaçların uğultusundan başka bir şey olmadığı için olsa gerek çabuk fark etti. Sese doğru yöneldi. Farketmeden eli mızrağına gitti. Burada da farklı bir koku vardı. Biraz daha ilerleyince bu sesin bir insana ait olduğu farketti. Biraz ileride garip kıyafetlerle bir insan duruyordu. Yüzünde boyalar vardı. İlerledikte yerde yatan insanın etrafında ki kan gölünü fark etti. Yerde yatan yaralı bir erkek değil; kadındı. Bacağı kırılmış ve kemiği dışarı çıkmıştı. Elinde sıkıca sarıldığı bir mızrak vardı. Vücudunda farklı boylarda yaralar vardı. Varsham’ı görünce irkildi. Mızrağına son gücüyle sarılıp savunma pozisyonuna geçti. Kalkmaya çalıştıysa da bu onun daha çok acı çekmesine sebep verdi.
‘Sen kimsin!?’
Kadının sesi sert ama bir o kadar da kadınsıydı.
‘İleride ki köyden geliyorum. Bir adamı arıyorum. Ayrıca Pelikat’ın istediği kurbanı yakalayacağım!’
Kadın duruma ne kadar ters düşse de gülmeye başladı.
‘Tek başına mı? Hem ileride onlarca köy var hangisinden?’
Varsham mızrağını indirmişti. Bu yabancıyla sohbet etmenin ona vereceği her hangi bir zararı yoktu.
‘Evet tek başıma. Sen kimsin?’
‘Bende aslanı bulmaya çalışan birisiyim. Geldiğin yönden geliyorum. 5 kişi çıktık yola. Tek ben kaldım. Gece…’
Kadın ağlamaya başladı. Varsham ise durumun giderek garipleştiğinin farkındaydı.
‘Gece dinlenirken çığlıklar duymaya başladık, sonra bir canavar bize saldırdı. Grupta ki tek kadın bendim. Erkekler karanlığın içine çekldiler. Çığlıklarını duydum. O şey beni de karanlığa çekmeye başladı. Elimde ki kılıçla bacağımı tutan şeye hamle yaptım. Beni…Beni bu ağaca fırlattı. Ve sonrasını hatırlamıyorum… Ama kılıcımda kan var, onu yaralamış olmalıyım…’
Varsham kadının uzattığı kılıca baktı. Kılıcın üzerinde siyaha çalan bir sıvı vardı. Kadına sorular sordu. Pelikat onların köyüne de musallat olmuştu. Benzer istekleri vardı. Köylerin kaderi aynıydı. Kadının dediğine göre gece saldıran yaratık Büyük Ormanın bekçisiydi. 5 kafası olan yaklaşık 80 ayak (20 metre) uzunluğunda bir yılandı. Kuyruğunun ucunda gürze benzeyen bir yapı vardı. Kanın kokusunu alıp saldırıyordu ve doymak bilmiyordu. Geceleri ortaya çıkıyordu. Tek zayıf noktası kuyruğunun ucuydu. Onun kesilmesi gerekiyordu. Kadının ismini sormaya yeltenmedi bile. Yolları ayrılacaktı. Etraftan kalan erzakları topladı. Ve kendisin erzaklarıyla beraber bir kenara koydu. Bu gece burada kalacaktı. Planı vardı. Gece yaklaşırken o da hazırlıkları bitirmişti. Kadın sorular soruyor ama Varsham cevaplamıyordu. Önce bir ağacın üstüne kadının grubundan kalan bir ağı yerleştirdi. Ucunda metal ağırlıklar olan ağı bir ip yardımıyla sabitledi. Sonra iki büyük kayanın arasında ki oyuğu tahmini olarak genişletti. Kadını tüm çırpınmalarına rağmen kırık bacağından bir ipe bağladı. İpin ucunu ağı yerleştirdiği ağacın etrafından; duracağı yer olan kayanın arkasına getirdi. Kadın, kayaların arasından bakıldığında tam karşısında duruyordu.
Gece yavaş yavaş çökerken Varsham kadının yanına gitti. Eline kılıcını aldı kadının itirazlarına, yalvarışlarına rağmen kolunda büyük bir yara açtı. Acımasızlaşmıştı. Kan kokusu etrafa yayılırken Varsham yerini aldı. Kokusunu gizlemek için çamura bulamıştı tüm vücudunu. Etraftan yine çığlıklar duyuluyordu, ama bu sefer daha azdı. Kurban kalmamıştı anlaşılan. Varsham iyice sindi, görülmek istemiyordu. Arkasında ki ağaçlardan hışırtılar geliyordu. Ortaya birden canavar çıktı. Boyu anlatılan kadar uzundu. Beş başı da etrafı dilleriyle kokluyor, kurbanlarını yemek için can atıyordu. Birisinin ağzında henüz yutamadığı bir ceylanın ayakları sallanıyordu. Avınıgördüğünde halinden memnun şekilde sürünmeye başladı. Varsham’ın sindiği yerin yanından geçerken, Varsham nefesini tutmuştu.. Kadına tam saldıracakken Varsham ipi çekmeye başladı seri bir şekilde. Kadın geriye doğru zaten gitmeye çalışırken Varsham’ın bu yardımı onu hızlandırmıştı. Canavar biraz daha ilerledi kadını yakalamak için. İşte o zaman Varsham ipi kesti. Ve ağ yukarıdan 5 başı da içine alacak şekilde düştü. Canavarın hareketi kısıtlanmıştı. Varsham kendini gösterdi. Canavarın beş başı da ona doğru döndü ve tam ta Varsham’ın beklediği hamleyi yaptı. Kuyruğunu havaya kaldırıp hızlıca Varsham’ın üzerine savurdu. Tam kuyruk hedefini bulacakken; Varsham kendini geriye attı. Planı tam işlemiş, hızla gelen kuyruk iki kayanın arasına sıkışmış, etrafından kan akıyordu. Canavar acı çekiyordu, Varsham vakit kaybetmeden elinde hazır tuttuğu kılıcı kuyruğa geçirdi. Canavarın çığlığı tam anlamıyla sağır ediciydi. Birden etraf bembeyaz oldu. Varshamkendine geldiğinde hava hala karanlıktı. Hemen önünde canavarın cesedi yatıyordu. Biraz ileride ise kadın ipinden kurtulmaya çalışıyordu. Varsham kadının yanına gitti.
‘Bunu yapmak zorundaydım, umarım affedebilirsin. Artık canavar öldü.’

Kadının korkusu geçmeye başlamıştı. Yere uzanıp rahat bir nefes aldı. Varsham tam o sırada kadının kırık ve enfeksiyon kapmış bacağına sert bir tekme attı. Kadın çığlıklar attı. Varsham elinde ki kılıçla kadının kafasını tek hamle de kopardı. Zaten birkaç güne ölecek kadının acısını azaltmıştı. Onunla oyalanamazdı. Yaptığının daha insancıl olduğunu düşünerek dinlemek üzere kendine bir kovuk buldu. Zorluklar henüz başlamıştı…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder