Bir aslan lazım bana! 4 yaşını doldurmuş olmalı. Yelesi turuncuya çalmalı. Boyu bilindik aslanlardan uzun, kilosu 5 büyük taş ağırlığında olmalı! Yarın sabahtan itibaren size 40 gün mühlet. 40.gün şafak doğarken geleceğim…

‘Ben!’… bu sözü söyleyen köyün gençleri arasında akıllarına gelebilecek en son kişiydi. Gününü genellikle resim çizerek, eski yazıtları veya bulduğu başka her şeyi okuyarak geçiren, on yaşında ki bir çocuktan bile dayak yiyebilecek kadar cılız olan birisi… Bazıları kıkırdamaya başladı, sonra birisi kahkaha attı. Tüm ortam yumuşamıştı. Herkes şimdi karnına ağrılar girecek kadar gülmeye başlamıştı. Daha iki gün önce bir ağacın dalını kesmeye çalışırken, fazla gerdiği dalın kafasına çarpması sonucu bir gün baygın yatan o değildi sanki!... Köyün reisi bağırdı;
‘Sen mi? Henüz öğrenmedin galiba böyle kutsal bir durumla dalga geçmemen gerektiğini. Sen bırak aslanı, bir sincabı bile yakalayıp getiremezsin, sen bırak Büyük Orman’a girmeyi, gidip ileride ki korudan taş alıp gelemezsin. Ne cüretle bu kutsal görevi böyle baltalayabilirsin!?’
Genç sustu. Gözleri alaca karanlıkta parlıyordu. Başını hafifçe kaldırdı. Önce sakince tüm herkesi süzdü, dalga geçen bakışlara aldırmadı, çocukların bile ona meydan okumasına gücenmedi.
‘Deneyeceğim, daha doğrusu bunu yapacağım. Bu görev bana bahşedildi!’
Herkes işte o zaman alayı, gülmeyi bıraktı. Gözlerinden ve duruşundan kararlılık okunuyordu.
‘Yapacağım!’….
Kimsede daha fazla bir şey demedi. Herkes derme çatma kulübelerine doğru yol aldı. Genç ise ortada öyle kaldı. Sanki mistik bir varlığın ona öğüt vermesini bekler gibi…
1 Yıl Öncesi…
Geçen mevsim kurak geçmişti. Bu da yetmiyormuş gibi kış oldukça çetin geçmiş ve en çok bebekler ile çocukları etkilemiş. Sayıları 600 bulan köy, bir mevsimde 100 insanın yasını tutmuştu. Tanrılara şükür olsun ki bahar gelmiş, doğa tekrar canlanmıştı. Bazı ürünler ekilebilirdi. Herkesin çalışmaya hevesli olduğu, koyunların yavruladıkları, doğanın nimetlerini vermek için sabırsızlandığı o bahar çıkageldi büyücü. Köyün belirli bir dini görüşü yoktu. Tanrılara bazen kurban verirler, bazen eğlencelik ayinler düzenlerdi sadece. Eski yazıtlarda acımasız ama eğlenmeyi seven bir tanrıdan bahsedilirdi. Ama herkes unutmuştu. Eski yazıtlarla tek ilgilenen köyde ki o cılız gençti. İşten kaytarmak için zannederdi herkes. Zaten iş yapsa ne olacaktı ki… O bahar büyücü geldiğinde kabilede tüm herkes dinlenmek, uyumak için evlerine çekilmişti. Yorucu bir gündü. Büyücü geldiğinde köyün ortasında dikildi. Ortalarda gezinen birkaç kişi görmüştü sadece onu.
‘Ey köy halkı uyanın bu gaflet uykusundan, uyanın gördüğünüz karanlık düşlerden! Aydınlık geldi köyünüze, sizin için geldim!’
Halk adeta bu gürleyen ses karşısında evlerinden çıktılar. Bazılarının elinde bıçak ve kılıçlar vardı. Herkes şaşkınlıkla meydanda iri cüssesi, omuzlarından sarkan sırtlan kürküyle duran; saçı sakalı birbirine karışmış bu heybetli adama baktılar. Adam devam etti;
‘Benim adım Pemikat! Unuttuğunuz o kadim tanrılarınızı hatırlatmaya,bolluk vermeye geldim!’
Kimse üstünde ki şaşkınlığı atamamıştı. Köyün en güçlü ve azgın köpeklerinden birisi o sırada kalabalığın arasından sıyrılıp, kendine büyücü diyen bu adamın yanına gitti. Vücudunu ona sürterek, sanki ilgi isteyen bir yavru bir köpekmişçesine kuyruğunu sallamaya, boynunu uzatmaya başladı. Büyücü;
‘Sizden istediklerimi yaparsanız eğer, refaha kavuşacaksınız. Yapmazsanız lanetler peşinizi bırakmayacak!’
Kabilenin önde gidenlerinden ve en yaşlılarından birisi kimsenin beklemediği bir anda seslendi.
‘Niye inanalım sana?Ne verebileceksin?Ne istersin?’
Kalabalığın arasından tasdik edercesine mırıltılar yükseldi. O sırada büyücü sanki çok kadim bir bilgi söylüyormuşçasına bir şeyler fısıldamaya başladı. Birkaç saniye sonra gözleri kaydı, göz akından başka bir şey görülmez oldu, histerik titremeler tüm vücudunu sarıyordu. Birden eski haline döndü. O sırada evlerden birisi ateşler içinde yanmaya başladı. Köyün doğuya bakan cephesinden de alevler yükselmeye başladı. Orada köyün hayvan sürüsü vardı. Herkes korkuyla etrafta koşturmaya başlamıştı. Sakinliğini kaybetmeyen tek büyücüydü… Sesi tekrar gökte yankılandığında; tüm kargaşayı durdurmaya yetmişti… Yüksek sesten ve tiz bir perdeden kimsenin anlamadığı sözler söyledi. Yangınlar, tüm o korkunç alevler bir ıslık sesiyle beraber çekip gitti. Herkes şaşkın ve korkmuştu. Ağılda ki hayvanların yarısı telef olmuştu. Ev artık kullanılmaz haldeydi. Çok kısa bir süre içinde ateşe maruz kalan her şey tamamen kül olmuştu.
‘Bu bana ve tanrılara verdiğiniz ilk kurban! İnanmayan varsa hala söylesin!’
Bunu dedikten sonra da yanına gelmiş olan köpeğin kafasını, elinde bulundurduğu-kimsenin farkına varamadığı bıçakla tek hamlede kesti. Köpek önce sendeledi, sonra yığılıp kaldı.
Sonra meydanda, üstüne çıktığı saman yığınlarından aşağıya indi. Birkaç saniye içinde ortadan kayboldu. Kimse ağzını açıp tek kelime söyleyemedi. Evlerine de kolayca dağılamadılar. Bir süre geçtikten sonra herkes bu yaşananların etkisiyle hipnoz olmuş gibi evlerine girdi. Ölen- kurban edilen bu köpek verdikleri en basit diyetti...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder