Sabah olduğunda köy yaralarını sarmaya başlamıştı erkenden.
Kimse büyücü hakkında tek kelime edemiyordu. Herkes korkuyor ve başlarına gelen
bu olayı kafasına göre yorumluyordu. Olayın üzerinden 4 gün geçti, halk artık
daha rahattı, olanlar unutulmaya başlamıştı. Her şey olağan haliyle devam
ediyordu. Meydan da ki köpek ölüsü kaldırılmamıştı bir tek. Orada çürümeye terk
edilmişti, etrafında şimdiden yüzlerce sinek uçuşuyor ve oldukça kötü bir koku
yayıyordu.
5. gün sabah erken saatlerde büyücü aniden tekrar ortaya
çıktı. İnsanlar işlerinin bir kısmını bitirmiş, yemek yiyordu. Güneşli havaya
rağmen bir rüzgar esmeye başladı. Kulakları sağır edecek gibi bir uğultusu
vardı. Birkaç saniye esen rüzgar biranda dindiğinde büyücü yine meydandaydı.
Köpek ölüsü ise gitmişti. Kimse bu olaya anlam veremese bile, sorgulamayı da
akıllarından geçirmediler, geçiremediler.
Büyücü bugün elinde bir asa taşıyordu. Sakince halkı süzdü.
Birkaç dakika boyu hiçbir şey demedi, halk yavaş yavaş meydana toplanmıştı.
Kimseden tek ses çıkmıyordu.
‘Bugün, sizden bir kurban daha istiyorum. Bir önce ki kadar
basit değil. Mahsullerinizden verim almak istiyorsanız köyün en yaşlısını
kurban etmeniz gerekiyor. Ölü toprak kalkacak ve yerine yeni, verimli toprak
gelecek.’
‘Eğer bu dediğimi yapmazsanız, köyünüzde ki tüm yeni doğan
bebekler ve hayvanlar ölecek, mahsulünüz tutmayacak!’
O sırada halkı yararak bir adam elinde ki baston niyetine
kullandığı sopaya dayanarak zorlukla ilerledi.
‘Madem bu gerekiyor, geri kalan kısacık ömrümü köyüm için
feda etmeye hazırım!’
Herkes şaşkınlıkla bakıyordu, kimse böyle bir şey
beklemiyordu sonuçta. Büyücü, yaşlı adama doğru ilerlemeye başladı. Sağ elini
ona doğru uzattı, yaşlı adam diz çöktü. Herkes bu olan biteni izliyor; sonunu
merak ediyordu.
Büyücü elini havada sanki tablo çiziyormuş gibi hareket ettirdi.
O anda yaşlı adam alevler içinde kaldı. Herkes geri çekildi. Yaşlı adam çığlık
atıyor, görünmez zincirlerinden kurtulmaya çalışıyordu. Ama bir türlü hareket
edemiyordu. Etrafta yanık insan etinin mide bulandırıcı kokusu hâkimdi. Birkaç
dakika boyu yaşlı adam çığlık atmayı sürdürdü. Herkes sanki bir güç onları buna
zorluyormuş gibi; yanan adamı izliyor, başlarını çeviremiyorlardı. Yaşlı adamın
sesi kesildiğinde, büyücü eliyle görünmez tablosunu çizmeye devam ediyordu.
Yaşlı adamdan geriye kalan kemikler ise yavaşça toz olarak yere dökülmüştü.
Meydanda büyük bir toz yığını ve büyücü vardı artık.
‘Bu tozu ekim yapacağınız topraklara serpin.’
Bu sözleri söyledikten sonra ağır adımlarla uzaklaştı ve
gözden kayboldu.
Halk o gittikten sonra ancak, hareket edebildi, kusanlar, ağlayanlar…
Etrafta korku ve yanık et kokusu hakimdi.
Büyücü gelmeye devam etti. Bazen bir bebek, bazen bir bakire
kurban istedi. Dediklerini yaptıkça halk vaatlerin gerçek olduğunu anladı. Ama
büyücü durmak istemiyordu. Bazen onun istediklerini yerine getiremedikleri
oluyordu. Bir keresinde 4 yaşında bir erkek çocuğunu kurban olarak seçmişti.
Anne ve babası itiraz edince; önce ailenin evini yakmıştı, sonra ise bu aileyi
canlı canlı toprağa gömmüştü. Büyücünün gücü artıyor, köylüler topraklarından,
hayvanlarından oldukça fazla verim alıyordu. Ama kimse mutlu değildi. Nüfus
iyice azalmış 300 civarı olmuştu. Hep insan istemiyordu büyücü. Bazen büyük bir
şey-bir büyü için hayvan istediği oluyordu. Genelde yaban hayvanlarını
kullanıyordu. Bunun ne kadar devam edeceğini kimse bilmiyordu; tek bildikleri
bir gün sıranın kendilerine geleceğiydi…
İşte o gün geldiğinde, büyücü büyük bir aslan istediğinde
tek gönüllü o genç olmuştu. Büyük ormana daha önce giden gönüllüler de olmuştu.
Çoğu ya ölmüş ya da bir uzvunu kaybetmişti. Orman kötülüklerle doluydu. Ormana
gidip, geri dönebilen nadir insanlar orada gördüklerini anlatırken bile
bembeyaz kesiliyorlardı, tabi kelimelere dökebilirlerse veya dilleri kopartılıp
alınmamışsa…
Söylenilene göre orada bir kabile vardı. Bu kabile insan eti
yiyor, tanrılarına verecekleri kurbanlarına önce işkence ediyorlardı… Vahşi
hayvanlar veya ortalıkta dolaşan hayaletler hariç… Böyle bir yere gidecek
olanın ya muazzam bir savaşçı ya da deli olması gerekiyordu. Bu genç köylülerin
gözünde kesinlikle deliydi.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEioVT4zjbFjz-BLo2rY8nfoVogBaiYH7awtU5UprQzKVuLqfGv39kAAjvSg4wVhEA6Le_hsXoEibt4RYZoxVw5uTZDI8ShWgnxGnnuFyxpBL_YxUiXA3Z0QcpKIq-QsfW91O7Zjnlb4mMEz/s320/above-clouds-50-size-photo-jeannie-belgrave.jpg)
‘Yağmur yağacak ve ateş sönecek!’
Bunları diyen adam uzun süre kendi etrafında döndü. Sonra
durup gözlerine baktı.
‘Beni bul oğlum! Beni bul!’
Varsham kendine geldiğinde önce bunlara anlam veremedi.
İçinde farklı duygular kök salmıştı. O adam kimdi? Dedikleri ne anlama
geliyordu? Ona neden oğlum demişti? İşte bu sorularla kafası meşgul olurken
geldi büyücü. Bu bir işaret değildi de neydi. Gönüllü oldu, ölümden deli gibi
korkarken, onu neler beklediğini bilmeden…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder