14 Ekim 2012 Pazar

Dünyanın İlk ve Son Vampiri'nin Hikayesi...

Bir çok hikaye anlatıldı değimli? Bir çok taraftarı oldu, filmleri çekildi vampir mitlerinin. Kont Drakula ile başladığı sayılır bu hikayelerin. Ama aslı böyle değildir. Daha önce ki zamanlarda yaşanmıştır. Hem de Amerika kıtasında. ABD’li sömürgeciler Kızılderili insanları, topraklarından tamamen kovmadan çok önce hemde… Bu hikaye işte dünyanın ilk ve son gerçek vampirinin hikayesidir…



Tadewi ter içinde uyandı. Dışarıdan kulağına uğultular geliyordu. Ama hiçbir hareket yoktu. Rüyasında büyük koruyucu ruhu görmüştü. Ona bazı sözler söylemişti ruh! Bir bebek gelecekti dünyaya. Dünyanın ışığı olacaktı, ya da büyük bir kötülüğün tam merkezi…
‘Bir çocuk doğacak!’ demişti ruh…
‘Eğer dikkat etmezsen ve eski kehaneti dikkate almazsan senin ve tüm soyunun sonu hazırdır. Tüm dünya yanacak senin yüzünden! Görüyorum… Biliyorum… ’
‘Ama dikkat edersen kehanete, güneş onun üzerine doğacak ve dünyayı refah, mutluluk saracak!’
‘Hangi kehanet?’ diye sordu Tadewi. Cevap gelmedi. Tekrar yineledi sorusunu. Ama artık koruyucu ruh orada değildi.
İşte o zaman uyandı. Çadırından ayrılıp eski kehanetlerin saklı olduğuna inanılan; ormanın derinliklerinde ki ‘Beyaz Ağacın’ yanına gitti. Bir gün boyu orada ateş yakıp, ibadet etti. Mistik ilahiler fısıldadı. Hiçbir şey yemedi, içmedi, uyumadı. Birinci gün henüz bitmişken kulağına bir ses geldi. Birileri sanki çok mühim bir konuyu anlatıyordu… Birazdan sesin ne dediğini anlamaya başladı. Koruyucu ruhun bahsettiği kehaneti fısıldıyordu kulağına tanrıları…
‘Ay, yeryüzüne indiğinde,
Felaket uyanacak uykusundan.
Sakın o günden,
Sakın, ayın yere indiği geceden ve kuytuda ki cehennemden!’
Bu sözler tekrar edilip durdu. Sonra ağaçların arasından hışırtılar duyuldu. Burayı bilen çok az kişi vardı. Onlardan birisi olmalı diye düşündü. Ama ağaçların arasından bir kadın çıktı. Bu kadın yorgundu, bitkindi. Vücudunun tamamı açıktaydı. Her tarafı ufak tilkiler tarafından ısırılmış gibi, küçük yara izleriyle doluydu. Kadın inleyen kısık sesiyle başından geleni anlattı Tadewi’ye…
‘Sen güçsün, sen ağaçların başını eğdirensin. Rüyamda söylendi burada olduğun. Karnımda bir bebek var. Ve bakireyim hala. 4 gün önce yağmur sırasında sığındığım mağara da kötü ruh saldırdı... Karnımda ki ışığı istiyor benden…Kurtar……..’
Sesi kesildi ve doğuruncaya kadar, yani ölümüne kadar tek kelime dahi etmedi. Sürekli zayıfladı. Karnında ki bebek tüm gücünü emiyordu… Tadewi üzerinde ki kıyafetlerin bir kısmını giydirdi ona. Kucağına aldı ve yürüdü düşüncelere dalmış olarak. Ve sonradan farkına vardı; ısırıkların hepsi yarasaların hüneriydi...
Kabileye döndü bu olayın ardından. Herkese müjdeli haberi verdi. İşin tehlikeli kısmından bahsetmedi. Çünkü kabile panikleyebilirdi. 5 gün mağaraya geldi ve kadına baktı. Kabileye kadını götürmek riskliydi. Neyle karşılaşacağını bilmiyordu. 5.günün akşamı işlerini bitirdikten sonra kabileye dönmek için yola koyulacağı sırada mağaranın etrafında karanlık siluetler uçmaya, iğrenç sesleriyle şarkılar söylemeye başladılar. Tadewi dualar okudu, yanına getirdiği tütsüleri yaktı. Sabaha kadar sürdü bu. Gün ağarmaya başlayınca gitti tüm o siluetler. Tadewi daha güvenli bir yer bulmak için uğraştı durdu. Ama gittiği her yerde elbet bir nusibet geldi başlarına. Ya yılanlar doldu içeriye, ya yağmur yardı toprağı…. En sonunda kadınla beraber kabileye dönmeye karar verdi… Kucağında ışık mı, karanlık mı taşıdığını bilemeden yürüdü, yürüdü…


Yılın kaç olduğunu kimse bilmiyor. Gökyüzünde etrafı kavuran bir sıcak vardı. Kabilede ki onlarca işe rağmen büyük bir çadırın etrafında toplanmıştı. Bugün büyük bir gündü. Doğum ve ölüm aynı anda yaşanacaktı. Kabilenin reisi ve aynı zamanda en büyük şamanı olan Tadewi tam 9 ay önce bu günü işaret etmişti… Büyük ağaç kesiminin olduğu o gün kabile reisi birden ortadan kaybolmuştu. 2 gün sonra geldiğinde ise tanrılarının onlara büyük bir hediye sunduğunu, bir ‘ışığın’ dünyaya geleceğini ve ana rahmine henüz düştüğünü söylemişti. O gün kabilenin etrafında gezen kartalı buna işaret olarak gösterdi. Kartalın bir ayağında nereden aldığı belli olmayan oklar, diğer ayağında bir ağaç dalı vardı. Bu bir mucizeydi!Kabile o gün işlerini daha bir heyecanlı yaptı. 5 gün boyu Tadewi sık sık adak adamak için Kuytu Mağaraya gitti. En azından kabileye bunu söyledi. 5. gün gitti ama akşamında dönmedi. Kabile üzerine düşmedi; çünkü bu kabile reisinin sıklıkla yaptığı bir şeydi. Ama bu sefer gittikten tam 6 gün sonra geldi. Geldiği gün kabile işlerini bitirmiş, büyük bir ateşin etrafına oturmuşlar tütün içiyorlardı. Herkesin keyfi yerindeydi. Birden, bir çok çadırın içinden ağlama sesleri geldi. Kabilenin 6 yaş altı tüm çocukları ağlıyor, daha önce ve sonrasında duyamayacakları kadar yüksek ses çıkartıyorlardı. Anneler, babalar çaresiz çocuklarını avutmaya çalışıyordu. Bir bebek ağlamaktan nefes alamıyordu, mosmor kesilmiş suratı ailesinin içini daraltıyordu. Birden çadırlarda ki ve meydan da ki tüm ateşler söndü. Kabile de bir panik havası esmeye başladı. Ve daha sonra fark edildi ki kabile etrafında ki bufallo sürüleri, kuşlar, böcekler…Tüm canlılar büyük bir göçe başlamıştı. O an kabile reisinin sesi duyuldu. Bir gök gürültüsünü andıran ses tüm kabile de hatta olayı yaşayanlara göre tüm kıtada, tanrıların evinde bile yankılandı…  Yüksek sesi önce bebekleri susturdu. Ağlamaktan yorgun bebekler ve çocuklar uykularına kısa sürede döndü. Kimse müdahale etmemesine rağmen ateşler yanmaya, hayvanlar sakinleşmeye başladı. Uzaktan gelen kurtların acı acı ulumaları önce azaldı, sonra tamamen bitti. Her şey eskisine döndü. Ama kimse üzerinde ki korkuyu atamadı. Kabilenin doğu dağlarına bakan tarafından ayak sesleri işitildi. Yorgun argın, kucağında bir kadını taşıyan kabile reisini işte o an gördü herkes. Reis seslendi;
‘İşte sizlere dediğim çocuk bu kadının içinde! O çocuk hepimizin kaderini değiştirecek.’
Bunları dedikten sonra kucağında ki kadınla beraber çadırına girdi. O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı o kabilede. Ertesi sabah kalktıklarında etrafta sayısı milyonları bulan yarasa leşleriyle dolu olduğunu gördüler, hepsi paramparça olmuştu. Kabile reisi bunun bebeğin ışığından kaynaklı olduğunu söylemekle yetindi. Bir diğer sabah kalktıklarında ateşi görmediklerinden emin oldukları halde büyük bir yangının tüm ormanlarını yaktığını gördüler. Bu tür olaylar artmaya başladı. Gün geçtikçe köpeklerin sayısı azaldı. Çünkü Powaqa (Kızılderili bir isimdir, cadı anlamına gelir. Ve kabile kendi arasında bebeği taşıyan kadına bu adı koydu.) geldikten 8 gün sonra, önce kabilenin en güçlü köpeği birden havlamaya başladı. Sakinleşemeyen köpek kendi ön patisini ısırmaya, parçalamaya başladı. Hayvancağızı öldürmek zorunda kaldılar. Tüm köpekler bir ay içinde çıldırıp aynı kaderi paylaştılar. Bebeğin doğmasına 5 ay kala kabile artık bu tür felaketler bıkmıştı. Kabile reisi ise zorluk çekilmeden, mucizelerin olamayacağını anlattı uzun uzun. Bu açıklamanın ertesi günü kabile büyük bir olaya tanıklık etti. O civarda görülmemiş derecede büyük bir yarasa gündüz vakti kabilenin etrafında dönmeye başladı. Bir saat süren bu olay herkesi şok etmişti. Kanat genişliği 3 metreyi bulan bu kapkara, tüylü yarasa bir insandan biraz daha uzundu boy olarak. Reisin çadırının üzerinde uçtu ve sonrasında gitti. Işığı ele geçirmek isteyen kötü ruhların habercisi dedi buna kabile reisi. Kabile artık bunalmıştı. Bu felaketlere dayanamayacak haldeydiler. Yakacak odunları azalmıştı, av hayvanları göç etmiş ya da telef olmuştu. Kaç aydır tek bir yağmur damlası düşmemişti. Bazı çocuklar hastalıktan, kuraklıktan veya farklı felaketlerden ölmüşlerdi. Kabile göç etme kararı verdi kendi arasında. Reis ise bunun tanrılara küfür olacağını söyledi. Kabile 5 ay daha sabretti. Artık kurak bir coğrafyanın tam merkezindeydi bulundukları yer. Açlık, kuraklık herkesi mahvetmişti. Ve işte o büyük gün gelmişti…  Powaqa doğuracaktı. İçeriden doğurmak üzere olan bir kadından daha çok, paramparça edilen vahşi bir hayvanın çığlıkları geliyordu. Bir zaman sonra çığlıklar azaldı ve tamamen bitti. Kabile reisi kucağında dünyalar güzeli bir kız çocuğuyla çıktı. Mavi gözleri vardı. Boynunu dimdik tutuyordu. Teni bembeyazdı. Saçları nasıl olduğu anlaşılmayan şekilde yeni doğmuş bir bebeğe göre uzundu. Adını Shideezhi (genç kız kardeş) koydular.
‘Artık dünyanın ışığı doğdu! Bu kucağımda ki bebek tüm dünyanın kaderini değiştirecek. Ve artık o bize emanet. Annesi öldü. Göç etme zamanı geldi. Kendimiz için değil dünyanın ışığı için!’
Ertesi gün kabile hazırlanmaya başlamıştı bile; atalarının mirası olan, doğup, büyüdükleri bu toprakları bırakacaklardı ama yine de neşeliydiler. Yaşanan her şey unutulmuş gibiydi. Etrafta Shideezhi’nin doğaüstü cıvıltısı vardı. Neşe kaynağıydı. 6 aylık bir bebek gibi davranıyordu. Tüm hazırlıklar bittiğinde Shideezhi’nin etrafına dizildi kabilenin savaşçıları. Onu korumak için canlarını vereceklerine yemin ettiler ve çıktılar yola. Kabile hiçbir zorluk çekmeden yola devam etti. Geçtikleri her yer kuraktı. Bir iki çalılık dışında ve altın sarısı toprak hariç bir şey yoktu. Sadece gerektiğinde durdular. En sonunda yani bir ay sonra ormanlık bir alana ulaştılar. Av hayvanları doluydu ormanda. Kamp kurdular. Burada biraz toparlanacaklardı. Tek sıkıntıları su kaynağına uzak olmasıydı bulundukları yerin. Yakında incecik akan bir sudan karşıladılar ihtiyaçlarını. Bu arada bebek oldukça büyümüştü. Yürümeye, konuşmaya başlamıştı. Kimse bunun eğitimini vermediği halde hemde…
Kabile olanlara şaşırdığı kadar, bu mucizeleri hayra yorumluyordu. Herkes artık refah içinde yaşacaklarına inanıyordu. Tek mutsuz ve tedirgin olan Tadewi’ydi… Kehaneti çözmeye çalışıyordu. Felaketten deli gibi korkuyordu. Ne yapacağını bilemiyordu…
Kamp yerinde tam 2 ay konakladılar. Shideezhi büyümüştü. Bu iki ayda kabile şamanlarının görüşlerine göre 13 yaşında ki bir normal çocukla eşti… Kabile göç etmeye devam ettiğinde kızın büyümesi durdu. Güzelliği artmıştı. Bir bilgeden daha çok şey biliyordu. Konuşması herkesi hipnoz ediyordu. Çalışkandı, becerikliydi…
Göçe devam ettiler yoruluncaya kadar. En sonunda büyük bir gölün etrafında durdular. Kamp kurdular. Shideezhi’nin kalacağı büyük ve korunaklı çadırı kurulana kadar biraz ileride ki mağarada kalmasına karar verildi. Gece yavaşça inerken Tadewi çadırına girdi. Bu gece yine düşünecekti. Ne demekti Kehanette yazanlar… Gece düşüncelerin tam ortasında bir savaşçı girdi çadırına. Haberler kötüydü… Shideezhi’yi mağarada bir yarasa ısırmıştı. Kız ateşler içindeydi… Tadewi çadırından çıktı. Koşarak gitti kızın yanına. Kız ateşler içinde yanıyor, eski dilde kelimeler sayıklıyordu. Ateşi çıkan çok insan görmüştü. Ama kız kor alev gibiydi. Hemen sarıp, sarmaladı kızı. Gölge yıkamaktan başka aklına bir şey gelmiyordu çünkü. Koşar adımlarla çıktı mağaradan. Arkasından da savaşçılar çıktı. Göle varmaya yakın şaşılası bir şey gördü Tadewi. Herkes gölün etrafında toplanmış heyecanlı ve mutlu bir şekilde manzarayı izliyordu. Yukarıda asılı kalan ve kutsal sayılan ay –ki o gece dolunay vardı- gölün yüzeyinden kusursuz bir biçimde yansıyordu. Tadewi her şeyi bir kenara bırakıp manzara karşısında hipnoz oldu. Kendi üzerinde ki hakimiyetini kaybetti. Ne zaman kolunda ki acı artık dayanılmayacak gibi oldu o zaman geldi kendine. Kucağında ki kız kolunu ısırmıştı. Üst köpek dişleri sivrilmiş ve etine saplanmıştı… Kanını emdiğini hissetti. Ve işte o zaman tekrar hatırladı kehaneti. Ve hatırladığı anda anladı yaptığı hatanın büyük bir felakete, hatta felaketlere sebep olacağını…
O gece kabileden geriye 5 kişi kaldı. Onlarda etrafta nöbet tutan nöbetçilerdi. Kamp yerine vardıklarında gölün kıpkırmızı olduğunu gördüler. Herkes vücutlarında ki morluklar ile yerde yatıyordu. Bu morluklar iki diş izinden başka bir şey değildi. Hepsi son damla kanları bitene kadar; kanları emilip öldürülmüştü… Çocuklar, anneler, yaşlılar, ellerinde kalan birkaç hayvan… Toplamda 50 insan hayatını kaybetmişti. Tadewi ve Shideezhi ortalarda yoktu…
O gün o beş kişi oradan kaçtılar. Bir başka kabileye durumu anlattılar. O kabile reisi, nöbetçilerin anlattığı yere geldiğinde (savaşçıları ve şamanları ile beraber) sadece kuru toprak ve bir çok iskeletle karşılaştı… Şamanlar orayı kötü ruhlardan temizledikten sonra evlerine döndüler.(Ki o civar Büyük Basin Çölü olarak anılacaktı bundan sonra.)
Bu olaylardan sonra kimse o civarda Shideezhi’yi görmedi. Hikayesi anlatılıp duruldu etrafta. Lanetle anıldı hep uzun yıllar boyu. Onunla alakalı her şey yasaklandı. İsmi kızlara verilmez oldu. Onun yaşı olan ‘13’ sayısı kullanılmaz oldu… Ve işte hikayemiz burada bitti. Hala Büyük Basin Çölü’ne gelen ziyaretçilerin çığlıklar duymasının sebebi budur. Hala orada o Kızılderili kabilenin insanlarının ruhlarının gezdiğine inanılır…
Ne kadar o civarda kimse bir daha kızdan haber alamasa da,  Shideezhi hep dünyayı gezdi. Yanında ise himayesine aldığı Tadewi vardı. Göçmen olarak İngiltere’ye yerleştiler. İsimlerini değiştirdiler. Aslında bunları yapan Shideezhi’ydi. Tadewi sadece denileni yaptı bir köle olarak. İsimleri artık Mary ve Augustine olmuştu. İngiltere de güçlerini toparlayınca tekrar Amerika kıtasına dönmenin yolunu aradılar. En sonunda bir gemiyle döndüler. Bu arada Shideezhi hamileydi. Çocuğunu doğurduktan sonra ona tüm güçlerini aktardı. O da büyük bir ilerleme kaydetti. Augustine, oğlu 11 yaşındayken artık işe yaramadığı için Shideezhi tarafından öldürüldü. Oğlu dünyanın kaderini değiştirecek olaylara imza attı. Kimseye annesinin veya kendinin karanlık güçlerinden bahsetmedi. Normal bir insan gibi zamanı geldiğinde öldü. Ama annesi sonsuza kadar yaşadı.
Shideezhi ya da Mary Ball söylentilere göre hala yaşıyor. Oğlunun yerini devralan varislere, kötülüklerini fısıldıyor ve dünyayı kaosa sürüklüyor…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder