8 Eylül 2012 Cumartesi

İçimizden Hikayeler: Sakinli Kasabası (2)


Sakinli Kasabası'ndaki ikinci hikayemizde normal gibi görünen bir ölümün perde arkasına göz atacağız. Aslında kimsenin masum olmadığı şu hayatta katille maktulün birbirine karıştığı, suçluyla suçsuzun kolay kolay ayrımına varılamadığı bir hikaye... Adalet geç olsa da tecelli eder mi? İntikamsa gerçekten adalet için bir araç olabilir mi? Kasabanın terzisi Nurettin'in hikayesi bu soruları sormamıza neden olacak...

 Zehir

Nurettin küçük bir mahallede 52 yıldır terzilik yapan bir esnaftı. 10 yaşında babasının yanında işe başlamış, babası ince hastalıktan öldükten sonra da dükkânın başına geçip annesi ve kardeşlerinin geçimini o sağlamıştı. Karısı Hasibe öldükten sonra, kızı Aynur ve damadı Cengiz onu yalnız bırakmamak için yanına yerleştiler.
Başta her şey çok güzel gidiyordu. Nurettin yalnızlıktan kurtulmuştu, eve de bir çekidüzen gelmişti. Fakat bu mutlu aile tablosu sandıkları kadar uzun sürmedi. Cengiz'in beraber kahvehane açtığı ortağı Kenan'ın onu dolandırmasıyla her şey değişti. Kenan, kahvehanenin borçlarını ödemek için tefeciden aldıkları paraları çarpıp, karısıyla beraber Almanya'ya kaçtı. Tefeci de borçları almak için Cengiz'in yakasına yapışıp onu tehdit etti. Böylece ne Cengiz'de huzur kaldı ne de evde. Cengiz, tefeciye olan borcunu ödemek için etrafa sorup soruşturduysa da kahvehane için etraftan aldığı borçları bile ödemeden kimse ona ikinci bir borç vermeye yanaşmadı.

Tek çaresi kayınpederi Nurettin'den para istemekti. Bir akşam, Cengiz karısı Aynur'la beraber kayınpederine durumları anlattı.

—Oğlum benim elimde avucumda bir evim bir de baba yadigârı dükkânım kaldı. İşlerin durumu da malum dükkân kendini zor döndürüyor artık eskisi gibi değil işler.
—Adamlar beni öldürecek sen hala dükkânım da dükkânım diyorsun. dedi Cengiz sinirli bir ifadeyle. Dükkanın bize bir şey kazandırdığı da yok sadece yük oluyor. Sende yaşlandın zaten iki saat çalışıp beş saat yatıyorsun
Nurettin duyduklarına inanamadı, deliye dönmüştü.
 —Yıllardır seni bu evde besliyorum. Teşekkürü böyle mi olacaktı bunun. Kızımla evlendiğinde işsiz güçsüz avare adamın tekiydin ben adam ettim seni lan ben! S*ktir git evimden. Yemek yediği çanağa s*çan adamın benim evimde işi yok!
Cengiz küfürler ederek evin tahta kapısını çarpıp çıktı. Girişte, kapının hemen yanındaki sehpanın üstündeki çiçek desenli cam vazo büyük bir gürültüyle yere düşüp kırıldı. İrili ufaklı cam parçaları her yere yayıldı.
Aynur hüngür hüngür ağlayarak cam parçalarını toplamak için kapının yanındaki sehpanın önüne eğildi. Bir yandan çıplak elleriyle tuzla buz olmuş cam kırıklarını toplamakla uğraşıyor bir yandan da gözyaşları döküyordu. Nurettin, odada volta atarak kendi kendine söyleniyor, okkalı küfürler savuruyor ara ara da burnuna kadar inmiş yuvarlak çerçeveli gözlüğünün üstünden kızına bakıyordu. Sonra da tekrar kızıp, bağırıp çağırmaya devam ediyordu. Eline aldığı bir cam parçası Aynur'un elini kesti. Aynur elindeki cam parçalarını yere atıp daha şiddetli bir şekilde ağlamaya başladı ve babasından tarafa baktı.


—Neden bunu yapıyorsun, biz sana ne yaptık? Annem öldükten sonra yalnız kalma diye senin yanına taşındık. Terzi artık seni geçindiremiyor diye Cengiz kahveyi büyütmek için borç aldı, bende evlere temizliğe gittim sırf daha fazla kazanalım da terzi kapanmasın diye. Bunun için miydi? Bize söv, bizi kov diye miydi? dedi.
Nurettin bir hışımla oturduğu yerden kalkıp kendine bağıran kızına bir tokat attı.
—Sende s*ktir git evimden. O p****venk kocanın yanına git sende.  diye bağırdı.
Aynur tokadın etkisiyle kendini yerde buldu. Doğrulmak için hamle yaptığında her yerinin kan revan olduğunu fark etti.  Ağlayarak düştüğü yerden doğruldu. Eline ve kollarına yapışan cam parçalarını temizler gibi yaptı. Kapıyı açtı. Sağ omzunun üstünden arkaya doğru baktı.
—Sen ölmedikçe bir daha bu eve ayak basmayacağım. dedi, boğuk, hırıltılı ve nefret dolu bir sesle.


Cengiz komşulardan haber alıp karısını aldığı gibi şehre, hastaneye götürdü. Sabaha kadar başucunda bekledi. Sabah olup da Aynur uyanınca, ona sarılıp öptü.
—Sana bir şey olacak diye öyle korktum ki. dedi, bunları söylerken sinirli olduğu her halinden belliydi. Bak Aynur durumları görüyorsun. Bizim o parayı bir yerden bulmamız lazım yoksa adamlar beni bulduğu yerde öldürecek bu işin şakası yok.
 Aynur ağrıları geçsin diye verdikleri ilaçların sersemliğiyle Cengiz'e boş bir ifadeyle baktı.
—Nasıl olacak, kim verecek o parayı. Nereden bulacağız? Babam Nuh diyor peygamber demiyor gördün.
Cengiz, Aynur'un kesilen elini kendi elinin üstüne koydu.
—Bir şekilde o terzi dükkânın satılması lazım başka bir şansımız yok. Baban yaşarken alamıyorsak, ölünce alırız. Zaten yaşlı bir adam ne olacağı belli mi olur. dedi.
Aynur Cengiz'in neyi anlatmak istediğini anlamıştı.
—Sakın dedi, sakın böyle bir şeyi aklına bile getirme, o benim babam!
Cengiz, Aynur'un dikişli elini daha sıkı tuttu. Aynur'un canı yandı elini çekmek istedi. Ama koluna bağlı serum hareketlerini kısıtlıyordu.
—Bak işte görmüyor musun baban sana ne yaptı! Bizi kovdu, sana vurdu, ben öldürüleceğimi söylerken onun umurunda bile olmadı. Bu yaptıklarını onun yanına mı bırakacağım? Onun ölmesi herkes için en hayırlısı. Zaten rahmetli ananında bu adamın elinden çekmediği kalmadı, sanki sen de bilmiyorsun gibi. Altmışını geçtikten sonra dine imana gelse ne yazar, yıllardır sana, annene çektirdiklerini hangi din hangi iman affettirir.

Aynur kafasını çevirdi ve sessizce ağlamaya başladı. Aynur'un ağlaması çaresiz bir kabul edişti. Cengiz kendini hastaneden dışarı attı. Ne yapmalıydı? Nasıl olmalıydı bu iş? İnsanların anlamaması lazımdı. Kendiliğinden olmuş gibi görünmeliydi. Yoksa tefecinin elinden kurtulayım derken hapiste bir ömür çürüyebilirdi. Derin bir nefes çekti ciğerlerine.  Hastaneye girip Aynur’un taburcu işlemlerini tamamladı. Aynur’u uzaktan akrabaları olan Nazife teyzenin evine götürüp, kendini sokağa vurdu.

Kafasını bir türlü toplayamıyordu ne yapmalıydı da o yaşlı bunaktan kurtulmalıydı. Bin bir türlü düşünce zihninde dolaşıyordu fakat hiç biri aradığı gibi olmuyordu.

—Silah olmaz sesini duyarlar, bıçaklayıp sonra da parçalara ayırsam… yok bir gören olursa mahvolurum, yastıkla boğsam olur aslında nasıl olsa küçük bir yer bizim orası kim anlayacak… diye mırıldanarak yolda yürüdü bir süre. Sonra su almak için durduğu büfenin hemen yanındaki dükkân dikkatini çekti. Camekânında "Her türlü zirai ilaç bulur" yazan dükkândan içeri girdi. Önce sessizce içeriye biraz bakındı. Satıcı tezgâhın arkasından doğrularak Cengiz’i kısık gözlerle süzdü.

— Bir şey mi lazımdı abi yardımcı oluyum.
— Eee… Şey… Kuvvetli bir zehir lazım bana.
— Ne için lazımdı abi. diye sordu düz bir sesle.
— Niye sordun? Lazım işte, var mı yok mu zehir. diye tersledi Cengiz.
— Yok, abim yanlış anladın sen beni. Hani küçük haşarat için mi lazım, sıçan falan için mi lazım yoksa bahçe ilaçlamaya mı lazım diye sordum.
— Ha… Fare… Fare için. diye kekeledi Cengiz. Bizim oralarda pek bir arttı kapan falan kâr etmez oldu namussuzlara.
— Anladım abi ben sana şöyle bir tüp veriyim peynirin falan içine katarsın azar azar yeter zaten.
— Çok ağır kokmaz değil mi? diye sordu Cengiz. Evi kokutup bizi de hasta etmesin, diye de ekledi şüphe uyandırmamak için.
— Yok abim. dedi, satıcı. Bunun ne rengi var ne kokusu ama dikkatli kullanın çok kuvvetlidir bu tüpün tamamı bir danayı bile öldürür.

Cengiz tüpü aldı elinde inceler gibi yaptı. Ardından cebinden çıkardığı 20 lirayı adama uzattı. Üstü kalsın işareti yaptı eliyle ve dışarı çıktı. Son derece rahatlamış hissediyordu kendini adeta büyük bir yük kalkmıştı sırtından. Koşar adım minibüse gitti. Çok heyecanlıydı ilginç bir şekilde çocuklar gibi mutlu hissediyordu kendini. Hatta birini öldürecek olmanın kendini bu kadar mutlu etmesi içini ürpertti. Minibüsten inip Nazife teyzenin evine doğru yürüdü.

Eve vardığında Nazife teyzenin uyumuş olmasını fırsat bilip Aynur'a durumu anlattı. Eve gitmesini babasından özür dilemesini, baştan beri onun haklı olduğunu söylemesini ve onunla kalmasını istedi. Böylece yemeklerine rahatlıkla zehri katabilecekti. Aynur itiraz edecek gibi oldu ama Cengiz hastanede konuştuklarının aynısını tekrarladı. Aynur çaresizce kabul etti. Artık o da başka çıkar yol göremiyordu. Zehri Aynur’un eline tutuşturup ona dükkandaki adamın dediklerini anlattı.


Sabah olunca Aynur doğru Nurettin’in evinin yolunu tuttu. Babası ölmeden eve adım atmayacağına yemin etmişti ve kaderin cilvesi bu yeminini gerçekleştirmek için eve dönüyordu. Anahtarı kilide sokup çevirdi ve içeri girdi. Adeta bir cenaze ritüelini gerçekleştiriyormuşçasına yavaş hareket ediyordu. Odanın aralık kapısından içeri baktı. Nurettin eski divanın üzerinde oturmuş burnunun ucuna kadar inmiş gözlükleriyle gazete okuyordu. Aynur odanın kapısını açıp içeri girdi, babasıyla konuşup, elini öptü ve özür diledi. Akşama doğru yemek yapma işine girişti. Bu gün yemek yapmak istemiyor gibi bir hali vardı ama sızlayan sol kolu dün gece olanları zihninde her seferinde yeniden canlandırıyordu. Artık bu iş bitmeli diye düşündü. Babasının en sevdiği yemek olan taze fasulyeyi pişirdi.
 Zehirden yarım kapak kadar babasının tabağına koydu. Yemeği babasına götürüp önüne koydu. Ağlayacak gibi oldu ama kendini tuttu. Babası yemeğe başlayınca mutfakta işi olduğunu söyleyip odadan çıktı.

Nurettin yemeğini bitirip her zamanki gibi şekerleme yapmaya hazırlanıyordu. Fakat bunun onun son şekerlemesi olacağının farkında değildi. Uzandı uyuklamaya başladı. Birden göğsünün daraldığını hissetti nefes alamıyordu kalbi çıldıracak gibi hızlı çarpıyordu. Sol kolunun uyuşmaya başladığını hissediyordu. Zar zor Aynur’a bağırdı. Aynur odaya girip babasının boğazına bir şey takılmışçasına boğazını tuttuğunu gördü, zehrin etkisini göstermeye başladığını anladı. Babasının başına gelip gözlerinin içine baktı. O an içinde ne korku ne acıma duygusu 
hissediyordu. Sadece ayak tabanlarından yukarı doğru yayılan iğrenme duygusunun vücuduna hâkim olduğunu hissediyordu. Nurettin kızının bileğinden yakaladı sıkı sıkıya tuttu. Ağzından köpükler saçmaya başlamıştı. Titremeye başladı. Gözlüğü yere düştü. Kıpkırmızı olmuştu. Aynur midesinin bulandığını hissediyordu. Yıllar önce başına gelenler gözünün önüne geldi. Geç bile kalınmış bir hesabın kapanmakta olduğunu hissediyordu. Annesinin ölümüne sebep olduktan sonra çok geç bile kalmıştı bunu yapmakta. Daha fazla dayanamayarak yere kustu. Doktorun yazdığı ağrı kesiciler boğazını yakarak halıya çıkarttı. Nurettin hala Aynur’un bileğinden sıkı sıkıya tutuyordu. Artık nefes alamaz oldu gözleri kararıyordu. Daha şiddetli titremeye başladı. Kanla karışık biraz daha köpük çıktı ağzından. Sonra derinden gelen bir hırıltı duyuldu. Hareketleri yavaşladı, sonra da tamamen durdu. Aynur babasının elinden kurtardığı bileğinin morluğuna baktı. Çocukluğunda vücudunun birçok yerinde olan morlukları hatırlattı ona bileğinin şimdiki hali.

Sabah olunca kasaba ahalisi arasında hemen yayıldı terzi Nurettin’in öldüğü haberi. Kasabanın erkekleri hemen mevtayı alıp bir an önce yıkayıp defnetmek için uğraşmaya başladı. Böyle sıcak havada ölülerin çok çabuk şişip sonrasında da çok hoş olmayacak şeyler olduğuna daha önceden şahit olmuşlardı. Öğle namazından hemen sonra cenazeyi kaldırdılar. Aynur’la Cengiz de cenazedeki yerlerini alıp babaları için son görevlerini yerine getirmeyi ihmal etmediler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder