19 Ağustos 2012 Pazar

Unutulanların İntikamı...

Herkesin ağzında bir 'eski bayramlar'... Ben 62 yaşında birisi olarak buna katılmayan belki tek insanım. Sebebini anlattığımda bana katılacak kimse olmayacak.Yine bizim deli saçmalıyor diyecekler. Ama gördüklerim şu yavaş yavaş sönen hayatım kadar gerçek. O gün kokusunu aldığım kan, şu an bu hastahane odasında ki ilaçların kokusundan daha baskın ve gerçekçi. Gördüklerim... Gördüklerimin inanılır bir yanı olmazdı belki benim için bile; eğer 40 yıldır aynı olayı sanki yaşıyormuş gibi anımsamasam. Ama dedim ya gerçek... Gerçek olmasaydı veya inanmasaydım yıllarca deli muamelesi görmeyi göze almazdım... Şimdi anlatacaklarım ne 22 yaşında ki bir delikanlının saçma sözleri, ne de hastahane odasında ilaçlara mahkum 62 yaşında ki bir bunağın hikayesi. Bu tamamen gerçek bir hikaye...


Evimiz rahmetli dedem tarafından yaptırılmış. Evin bulunduğu arsayı çok ucuza almış. Kurak bir toprağı olmasının yanı sıra kimsenin buraya talip çıkmamasının sebebi mezarlığı gören tek tepeye hâkim olması. Küçük illerde mezarlık hikâyeleri yüzünden bu ve bunun gibi yerleri almak isteyen kimse çıkmaz. Dedem ne akla hizmetse almış. Evde ben, annem, babam ve yaşlı babaannem oturuyorduk o zamanlar.  3 katlı evin en alt katı ahır olarak düşünülmüş ama o amaçla hiç kullanılmamış. Biz orayı kömürlük yaptık. Üstte ki iki katı birleştirdik ve kendimiz için kullanışlı hale getirdik. O sabah işte sabah namazı vaktinden biraz sonra uyanıp kömürlüğe indim. Mezarlığa su götürdüğümüz kovanın içine alçı dökülmüştü. Onu temizlemem lazımdı hızlıca. Oturduğumuz ilçe Çankırı’ya bağlı. Oralarda gelenek bayram arifesinde; sabah namazından sonra mezarlıkları ziyaret etmektir. O yüzden hızlı davranıp kovayı temizleyip, kuyudan su doldurmalıydım. Hızlı olmalıydım çünkü babam banyodan çıkmadan önce işleri halletmeliydim. Aşağıya indim ve gördüklerim karşısında şaşırdım açıkçası.Mezarlık ilk kez bu kadar kalabalıktı yıllar sonra.Göç edip giden tüm o hayırsız evlatlar gelmişti. Ama takılmadım kovayı aldım ve evin önünde ki çardakta temizlemeye başladım. Mezarlıkta nereden baksanız 300 kişi vardı. Bir yandan onları izliyor; bir yandan işimi yapıyordum. Bu sırada mezarlığı anlatmam gerekecek. Mezarlığın etrafı 2 metrelik kalın, beton duvarla çevriliydi. İki sene önce yapılmıştı, böylece inekler, köpekler falan giremiyordu. Aynı boylarda demir çift kanatlı bir kapısı vardı. Bizim evin bulunduğu yüksek tepe hariç hiçbir yerden içeriyi göremezdiniz. İçerisi camilerden veya evlerinden gelen ziyaretçilerle doluydu. Küçük yer olduğu için hepsini tanıyordum. Yarısı vefasız evlat ve torunlardan oluşuyordu. Diğer yarısı zaten adını anmaya değmeyecek insanlardı. Sadece küçük bir grup insan ‘iyi’ denilebilecek kişilerdi. Dışarıda ki insanların son kalanı da mezarlık kapısından girince kapı büyük bir gürültüyle kapandı. Hava yeni aydınlanıyordu. Herkes biran kapıya döndü. Kapıyı birisi kapatmadığı gibi, rüzgâr falan da yoktu. Mırıltılar yükselmeye başladı. Herkes oldukça şaşırmıştı. Birkaç kişi kapıya doğru yürümeye başladı, kendilerince sorunu çözeceklerdi. O sırada görünmeyen bir el önce; babasının servetini alıp Almanya’ya giden ve annesini yıllarca bir başına koyan Servet Bey’i yakaladı ve yerde sürüklemeye başladı. İşte o sırada artık tam anlamıyla bir panik havası hakim olmaya başladı. Ardından diğerleri geldi. Etraf karıştı. Sadece hırıltılar duyuluyordu, sesleri çıkmıyordu. Kimisinin kafası taşla eziliyor, kimisi sürüklenip daha önce orada olmayan çatlakların içine sürükleniyordu. Bir kaç kişi kapıya veya duvara tırmanmaya çalıştıysa da başarılı olamadı.
 Hatta bir genç tam kapıdan atlayacağı sırada, o görünmez ellerden birisi onu yakalayıp yere fırlattı; genç çocuktan geriye paramparça bir beden kalmıştı. Bazılarının kıyafetleri onları boğuyor, kefen şeklini alıyordu. Ölenler daha doğrusu öldürülenler toprakta ki yüzlerce çatlağa sürükleniyordu. O kadar çok farklı şekilde öldüler ki; kimisi yavaş yavaş eridi, kimisi, kaynar su dökülmüşçesine haşlandı, kimisi birden morarmaya başladı, kimisi görünmeyen alevlerle yandı; bazı insaları sarmaşıklar boğdu… Görünmez eller tarafından yapılan bu katliam en fazla üç dakika sürdü. Üç dakika sonra etrafta beden parçaları ve kandan başka bir şey kalmamıştı. Toprak bunları da içine öyle bir aldı ki; kanın emilmesi en fazla on saniye sürdü ve her şey bitmiş oldu. Sonra o kapı tekrar açıldı. Sanki hiçbir şey olmamış gibiydi etraf…

Bunu o zamanlar anlattığım kimse inanmadı. Bende susmayı tercih ettim.Ama öldürülen o insanların görüntüleri hafızamdan silinmiyor. Etrafta ki o kan kokusu hala burnuma geliyor. O gün orada ki tüm herkes hayatını kaybetti. Bedenlerini bulamadılar. Uzun süre araştırdılar, ben yardımcı olmaya, olanları anlatmaya kalktım bir gün polise ama beni dövüp kapının önüne koydurdu; onunla dalga geçiyorum diye. Buralarda mezarlığa dair o kadar çok hikâye anlatılır ki… Bana şimdi insanlar deli muamelesi yapıyorlar. Bazıları hiç konuşmuyor. Görmezden gelmek daha kolay olsa gerek. O günden sonra ben hiç eskisi gibi olamadım. Ama kim, nerede bir mezarlık hikâyesi anlatsa inandım. İnanmak için elimde karanlıklarla süslenmiş bir anım vardı çünkü…

Not; Özellikle giriş kısmında ki bazı düzenlemeler için Nikarawas'a teşekkür ederim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder