22 Eylül 2013 Pazar

Burada İşler Böyle Yürür...

Eleanor gözlerini açtı. 50 yıldır olduğu gibi yatakta mutlu bir şekilde kıvrandı. Her gün aynı saatte kalkardı. Odasının içini -her gün aynı anda- dolduran kuş cıvıltılarıyla yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşti. Kalkıp çıplak bedenine sabahlığını geçirdi. İçeriden güzel kokular gelmeye başlamıştı bile, kahvaltıyı kaçırma gibi bir olasılık söz konusu değildi ama yine de hızlı adımlarla mutfağa yürüdü. Elini yüzünü yıkamamıştı çünkü zaten tertemizdi, buna gerek yoktu.
Küçük yemek masasının üstünde bir kaç sosis, tereyağ, kepekli ekmek ve dumanı tüten bir bardak İtalyan kahvesi vardı. Kahvenin tadına baktı. Sıcaklığı, aroması, kıvamı her zaman ki gibi tam istediği şekildeydi. Sosisler ise bir ayrı harikaydı. Gümüş çatalını batırıp tabakta ki 3 sosisi hızlı hızlı yedi. Bugün kesinlikle çok güzeldi...

Sinekliği açıp bahçeye çıplak ayaklarıyla yürüdü. İki büyük çoban köpeği dostane havlamalarıyla yanına yaklaştı. 50 yıldır ona yoldaşlık etmişti bu köpekler. Onlara henüz bir isim koymamıştı. Ancak onlara komut vermesine gerek kalmamıştı bugüne kadar. Köpekler onun ne istediğini anlarlardı. Gidip başlarını okşadı, hiç gerek olmadığı halde eski bir çanakta duran sularının azalıp azalmadığına baktı. Bolca suları vardı ve bu su her zaman ki berrak ve bir insanın bile iştahını açan cinstendi. Köpeklerle biraz vakit geçirdikten sonra bahçenin yakın köşesinde ki çeşmeye gitti. Sürekli buz gibi su akan bu çeşmeden avuç avuç su içti. Suyun tadı her zamanki gibi mükemmeldi. 
Bahçesinde ki çitlerin kıyısından yürürken yabani bir kaz sürüsü çığlıklarıyla onu selamladı ve evin büyük çam ormanıyla arasında kalan, yüzeyi ayna gibi olan göle indiler. Kadın daha önce orada olduğunu hiç anımsamadığı kapıdan çıkarak gölün kıyısına oturdu. Çıplak ayaklarını göl suyunun rahatlatıcı soğukluğunda hareket ettirip oluşan dalgaları izledi. Biraz ilerisinde yavru bir kurt koşarak göle indi, Eleanor’u meraklı gözlerle izledikten sonra gölün suyundan kana kana içti. Yavru kurt henüz suyunu içerken arkasından anne ve babası olduğunu tahmin ettiği iki kurt daha geldi. Eleanor onları izlemekten hep keyif alırdı. Kurtlar hep onun varlığından haberdar olurlar ancak korkmaz veya saldırmazlardı.
Eleanor sahnenin büyüsüyle kendinden geçmişken omuzunda bir el hissetti. Yine gelmişti ve Eleanor onu görmekten hep keyif alırdı. Bu arkadaşı yılda bir Eleanor’un yanına gelir ve elinde ki zarfı ona verirdi. Eleanor adamın verdiği zarfı açtı. İki cümle; siyah mürekkeple, normalde insanı rahatsız edecek bir yazı stiliyle kırmızı kağıdın üzerinde orada olmaya istekli değilmiş gibi duruyordu. Ancak bu yazıları Eleanor yüzünde kocaman bir gülümsemeyle birer kez okudu ve kurtları izlemeye devam etti. Arkadaşı;
‘Hazır mısın?’ diye sorduğunda anne kurt, yaramaz yavrusunu sırtından dişleriyle tutmuş ormanın içine geri götürüyordu.
Eleanor ismini bilmediği dostuna kayıtsız bir şekilde başını salladı.
Yolculuk her zaman ki gibi kolay geçmişti. Bu yolculuk anlarında Eleanor’un içinde hep bir şeyler kıpırdanırdı. Ve ona geçmişi hatırlatırdı.
Yolculuk bitip kendini büyük binanın kapısında bulduğunda; her zaman ki gibi içini bu görkemli binaya karşı büyük bir saygı ve hayranlık kapladı. Sakin adımlarla içeriye girdi. İçerisi yine kalabalıktı. Ancak saniyeler içinde sıra kendisine gelmişti. Eleanor bir kapıdan daha girdi ve büyük bir masanın arkasında, geniş koltukta oturan; onu buraya getiren arkadaşının tamamen benzeri bir adamla yüz yüze geldi. Eleanor’un tek kelime etmesine gerek yoktu. Adam bir süre Eleanor’un yüzüne baktı ve
‘Emin misiniz? Sözlü olarak teyit edin.’ Dedi.
Eleanor neredeyse hiç düşünmeden;
‘Evet.’ Dedi.
Adam başını salladı ve kapıdan içeri başka bir adam girdi. Bu da aynı; kendini
buraya getiren arkadaşına ve masanın ardında oturan adama benziyordu, ses tonu bile aynıydı.
‘Hazır mısınız?’
Eleanor başını salladı.
Eleanor garip bir coğrafyanın üstünden geçiyordu. Burada yaşayan herkes hayatın tüm zorluklarını çekiyor; üzüntüleriyle ve mutluluklarıyla geçinip gidiyorlardı. ‘Benim gibi rahat ve mutlu değiller.’ Diye içinden geçirdi Eleanor. Bu sırada coğrafya değişti. Yolculuk bitmek üzereydi. Ve asıl önemli yolculuk birazdan başlayacaktı. Ayakları nemli toprağa bastığı anda içinde uzun süredir hissetmediği bir şeyler kıpırdanmaya başladı.. Başını kaldırıp gökyüzüne baktı, kuşlar havada uçuyordu ve çok mutlu oldukları söylenemezdi. ‘Benim evimin yanında ki kuşlar böyle hüzünlü değil, onlar daha mutlu.’ deyip evinin yakınında ki kaz sürüsünü anımsadı ve onlar için içinde tarifi zor bir şefkat uyandı. Eyfel Kulesinin yanından geçerken yukarıdan bağrışmalar duydu, bir adam etrafını çeviren polislere bağırarak bir şeyler söylüyordu. Polisler ne yapacaklarını bilmez halde adama doğru harekete geçtikleri anda adam kendini aşağıya bıraktı. Genç adam havadayken çığlık atmaya başladı, bir kaç saniye içinde bedeni toprağa çarpana kadar da çığlık atmayı sürdürdü. Bedeni, toprağa düştüğünde biçimsiz bir hal almıştı. Göğüs kafesi içeri çökmüş, kolunun biri kırılmıştı. Basıncın etkisiyle gözleri yerinden fırlamış ve artık anlamsız olan bu dünyaya son kez bakıyordu. Eleanor çıplak ayaklarının hemen yanında biriken ancak ona değmeyen kan birikintisine baktı. Ancak kan hızlıca toprak tarafından emilirken Eleanor yukarıda ki bağrışmaları tekrar duydu. Aynı adam yine polislerin yaklaşmasıyla kendini aşağıya attı; boğazından çıkıp gelen çığlıklar Eleanor’un ayakları dibinde son buldu. Tekrar kan toprak tarafından çekiliyordu ki Eleanor yeteri kadar izlediğini düşündü ve adam tekrar kendisini aşağı atarken başka bir bölgede buldu kendisini. Bu sefer sigara dumanından dolayı grileşmiş perdelerin sıkıca kapattığı bir evde buldu kendini. Yerde yaklaşık beş yaşlarında, sarı saçları dalgalı ve çok tatlı bir çocuk oturuyordu. Elinde ki eskimiş ve kırık oyuncak arabayı kendi etrafında sürüyor ve bu sırada mutlulukla bir şeyler mırıldanıyordu. Eleanor merakla etrafına baktı. Etraf bakımsızlıktan dökülüyordu. O sırada kendi tek katlı konforlu evini düşündü. Kendi evi kesinlikle çok ama çok güzeldi. Bunun için -her gün binlerce defa yaptığı gibi- Tanrı’ya minnetlerini sundu. Odanın köşesine yerleştirilmiş plastik sandalyeye oturup çocuğu izlemeye koyuldu. Yan odadan hıçkırıklar yükselirken, küçük çocuk arabasıyla oynamaya devam ediyordu. Çocuk hıçkırıkları duyunca huzursuzca yerinden kalkıp, hızlı adımlarla yan odanın kapısını açtı; Elaenor çocuğu takip etti. Odanın küf tutmuş tavanında ki metal çengele asılı ipe; başını geçirmiş bir kadın ağlıyordu. Çocuğu görmemişti.
Eleanor içinden ‘görseydi belki böyle olmazdı’ diye geçirdiği sırada kadın ayaklarının altında ki yüksek tabureyi tekmeledi. Kadının bedeni ipe asılı şekilde sallanırken çocuk meraklı gözlerle izlemeye devam ediyordu. Kadın vücudu titreyerek iple beraber etrafında dönerken gözleri çocuğu gördü. Kadın elini boğazına götürmeye çalıştı ancak artık vücuduna hakim olamıyordu. Elleri çocuğa doğru uzanmaya çalıştı ancak başarılı olamadı. Ağzından son nefesini verirken gözleri yerde ki bir noktaya kilitlenmişti ve çocuk sabırsız bir şekilde annesinin ayaklarına ulaşmaya çalışıyordu.

Eleanor aynı sahne tekrar baştan yaşanırken yine sessizce olanları izledi. Bebeğin yüzü kendi çocuğuna çok benziyordu. Biran oğlunun küçüklüğü aklına geldi ve içini eski anıların getirdiği buruk bir duygu kapladı. Neredeyse düşünceleri artık umutsuzluğa ve üzüntüye varacaktı ki arkasında birisinin ona yaklaşmakta olduğunu gördü. Bu ona yolculuklarda yardım eden arkadaşıydı ve gülümseyerek ona yaklaşıyordu. Dönüş vakti gelmişti, kayıtsızca başını salladı ve kendini tekrar büyük, görkemli binanın içinde buldu.
Karşısında yine masada oturan o adam vardı.
Eleanor gördükleri tekrar tekrar zihninde canlanırken masada oturan adama ‘Niye oldu? Nasıl olur da iki torunumda intihar etti aynı yıl içinde?’diye sorarken yine içinde garip bir his vardı. Cennete geldiğinden beri bu tür hisleri tam olarak adlandıramıyor, onları net bir biçimde yaşayamıyordu.
Adam Eleanor’un yüzüne baktı ve dudaklarına bir gülümseme yerleştirdi. Teskin edici sesiyle anlatmaya başladı.
‘Bildiğiniz gibi’ diye söze başladı masada oturan adam. Ne zaman bu adam ve onun  kardeşleri konuşsa Eleanor’un içini büyük bir huzur kaplardı. İçinde garip bir duygu zincirlerini kırar ve Eleanor’un içinden Tanrı’ya şükretme isteği uyandırırdı.
Adam sözüne devam ederken Eleanor dikkatle dinliyordu.
‘Eyfel kulesinden atlayan kızınızın tek çocuğu, oğluydu. Alkollüydü ve çokça borcu vardı. Evinde kendini asanda oğlunuzun kızıydı. Uyuşturucu problemi vardı ve fahişelik yaparak geçiniyordu.’
Eleanor küçük çocuğu düşündü, tam soracakken adam cevapladı.
‘Torununuzun oğlu. Ve geleceği hakkında bilgi veremem.’ Eleanor bir yıl içinde 30 yaşında, bir trafik kazasında öldüğü için hiç yüzlerini göremediği torunlarını kaybetmişti. Onların cehennemde yanacaklarını biliyordu ancak üzülemiyordu. Sonra bir de küçük çocuk vardı... Tüm yaşadığı; bu aslında üzülmesi gereken durumlar karşısında kayıtsız kalması, duygularının harekete geçememesi Eleanor’u bir an tedirgin etti.
Masada oturan adam dikkatli ancak gülümseyen bir yüzle Eleanor’u izliyordu.
‘Eleanor üzülemiyorsun çünkü burada işler böyle yürür biliyorsun.’
Eleanor başını salladı burada yanlış bir şeyler olduğunu kabullenmeye başlayacağını hiseeti. O sırada arkasından onu buraya getiren arkadaşı yaklaşıp Eleanor'un elini büyük bir şefkatle tuttu. Gözlerinin içi gülen arkadaşının yüzüne baktığında Eleanor’un içinde; kendi sonu torunları gibi olmadığı için bir huzur kıpırdanmaya başladı. Cennet böyle bir yerdi işte ve işler böyle yürürdü.
Eleanor evinin bahçesinden içeri girerken köpekleri onu havlayarak karşıladılar. Eleanor gülümsedi ve evine girdi. İçeride en sevdiği Queen albümünün şarkı sesleri geliyordu. Koltuğuna oturdu ve hep orada duran kadehten biraz şarap içti. Şarap boğazından aşağıya inerken ona mutluluk veriyordu. Etrafına göz gezdirdi. Her şey tam anlamıyla istediği gibiydi. Sonra cehennemi, arafı ve cenneti düşündü. Freddie Mercury yeni şarkısına başlarken keyifle kulak kabarttı. O sırada aklına dünyada akıbetinden habersiz olduğu o küçük sarı saçlı çocuk geldi. Çocuğun gözlerinde Eleanor’un yıllardır eksik yaşadığı bir çok duygu vardı. Eleanor küçük çocuğun bundan sonra nasıl bir yaşamının olacağını düşündü. Kadehinden büyükçe bir yudum aldığı an aklında göl kenarında oynayan küçük kurt yavrusu geldi. ‘Ne kadar da tatlıydı’ diye düşündü. Tüm olanlara rağmen keyfi yerindeydi çünkü cennette işler böyle yürürdü...

Edit Not: Yardımlarından dolayı Nikarawas'a sonsuz teşekkürlerimi sunarım. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder