24 Şubat 2013 Pazar

Saatler...

Mide bulantısı… Çekilecek gibi değildi. 3 gündür adam akıllı bir şey yememiş birisi için mide bulantısı çokta normal değildi hani. Sadece mide bulantısıyla kalsa aslında durumun üstesinden gelebilirdi. Baş ağrısı, aşırı terleme ve nedenini bilmediği bir kin vardı içinde. Dünya dönerken yerinde durmak gibiydi ona göre bu yaşadıkları. Olaylar etrafında dönüyor o ise kapana kısılmış gibi hapsolduğu, doğru düzgün kontrol edemediği vücuduyla olayları dışarıdan izliyordu. Belirtilerin başladığı ilk gün eve erken gelmiş ve dinlenmeye çalışmıştı. Ama olmayan şeyler görmüştü. Hekimden aldığı ilaçları kullansa da bunlar işe yaramamış sadece berbat kâbuslarla dolu birkaç saatlik bir uyku çekmişti. Ama artık dayanılacak gibi değildi. Kaç gündür evde yattığım yeter diye düşündü. Yeni aldığı montunu giydi ve evden çıktı. Çıkarken gözleri kendi yaptığı saate takıldı. Altında imzası olan ve belki de ülkede ki en pahalı saate.



Sokağa çıkmak, hava almak bir nebze belki rahatlatır diye düşündüyse de, bu gerçekleşmedi. Sürekli selam veren, önünde eğilen insanlardan kaçarcasına büyük ve hızlı adımlarla ilerledi tüm yol boyunca. Kimseyle konuşamadı. Soğuk havaya rağmen terliyor, bunalıyor, sanki fokurdayan bir kazanın içindeymiş gibi acı çekiyordu. Bir an zaman ve mekân kavramını yitirdi. Kendine gelmesiyle, anlık bir refleksle yana fırlaması bir oldu. Neredeyse, 4 güçlü atın çektiği bu gösterişli arabanın altında kalacaktı. Ona çarpmak üzere olan araba önce yavaşladı, sonra durdu. İçinde arabanın azametini, gösterişini geride bırakacak bir adam indi. Önce arabayı kullanan uşağını azarladı. Sonra sakin ve saygılı adımlarla ona yaklaştı.
-Sir Benjamin? Dostum iyi misiniz? 
Gelen şehrin önde gelenlerinden ayrıca kraliyet sarayının mahkemelerinde heyet başkanlığı yapan ‘Sir’ unvanına çok gençken layık görülmüş, Sir Joseph’di. Benjamin’in yakın bir dostuydu. Çocukluktan ve cepheden birbirilerini çok iyi tanırlardı.
-Biraz hastayım.
Hiçbir ekleme yapmadan, yakınlık göstermeden belki de çok kabaca söylenen bu sözlerin ardından Benjamin oradan yürüyüp uzaklaştı. En sonunda dükkânının önüne geldiğinde içinde az da olsa bir rahatlama duydu. Kapıyı açıp girdi. Dükkânda çalışan 5 kişi Sir Benjamin'i görünce saygıyla eğildiler ve Benjamin’in o an anlamayacağı türden şeyler söylediler. Artık kelimeleri duyamıyordu. Zorlukla;
-Odamda olacağım, rahatsız etmeyin.
Dedi ve büyük dükkânın içinde hedefini bilmeyen bir ok misali yürümeye başladı. Artık sahip olduğu beden ona dar geliyordu, sanki birazdan derisi paramparça olacaktı ve içinden bir dev çıkacaktı. Dükkâna girdiği anda saatlerin sesi onu esir almıştı. Kulağına bir şeyler fısıldıyordu tüm saatler. Bunlar büyük ihtimal Benjamin’in duymak istemeyeceği şeylerdi. Hepsi bir ağızdan bağırıyordu. O an ölmeyi istedi Benjamin. Çünkü bilincinin kalan son kırıntıları ona delirmek üzere olduğunu ve artık tamamen kontrolünü kaybettiğini söylüyordu. Sonra bilincinin sesi de sustu.  Tüm her tarafı ağrıdan kırılıyordu artık. Aklında kaldığı kadarıyla odasına yöneldi. Kapıyı açtı ve girdi. Sonrasına dair her şey bulanık, her şey anlamsızdı… Bu hayat dair hatırladığı belki de son şey ellerine baktığı oldu; önce yıllarca cephede kılıç tutup sonra saatleri özenle yaptığı ellerine… Ellerinde savaş yıllarından hatırladığı bir eski dostu hâkimdi; kan… Sadece elleri değil, tüm her yeri bu kırmızı maddeyle kaplanmıştı. Birde kulağında bir ses vardı; pahalı, özel saatlerin sesi; tik-tak-tik-tak… Benjamin bir an için rahatladı. Sonra tüm sesler sustu…

15 Gün Önce.

Benjamin uşaklarının hazırladığı kahvaltıyı büyük bir keyifle yedi. Çocuklarıyla muhabbet etti, eşini uzun uzun öptü. Kocasını yakın bir zamanda kaybeden hamile kızına, ona yapacağı saatin, ahşabının geldiği haberini verdi. 
Bu sabah güzel bir sabahtı. Şehre yeni inen güneş ışıkları kuşların gökyüzünü doldurmasına yetmişti. Kuş cıvıltıları arasında sokağa çıktı. Güzel atları ve iyi bir at arabası olmasına rağmen Benjamin işine her zaman yürüyerek giderdi. Bu onun cephe yıllarından kalmış bir alışkanlığıydı. Cephede sabah kalktığında uzun bir yürüyüş yapardı. Bu ona güç verir, kendine gelmesine ve odaklanmasına yardımcı olurdu. Hala zaferlerini soran bazı kişilere bu yürüyüşleri anlatır, onlar sayesinde derdi. Bu dediği ne kadar espri gibi algılansa da, Benjamin haklıydı. O gün iş yerine giderken aklında bunlar yoktu. İsmini tam telaffuz edemediği o uzak ülkeden getirilen ahşabı düşünüyordu. Bu sabah gelmiş olmalıydı. Sir Joseph’in bağlantıları sayesinde sahip olmuştu bu nadide parçaya.  Benjamin dükkâna gidene kadar; o ahşabı oyarken etrafa yayılan kokuyu, sesi, içine saatin mekanik aksanını takmanın verdiği keyfi, kızının mutluluğunu hayal etti. Yaptığı işi seviyordu. 
Dükkâna girdi. Aylardır beklediği ahşap parçası gelmişti. Kutuyu kimse açmamıştı. Benjamin çocuksu bir heyecanla kutuya yaklaştı. Yardımcılarının hazırda beklettiği uzun metal çubukla kilidi kırıp, açtı. İşte karşısında duruyordu. Sihirlenmiş gibi baktı o ahşaba. Ellerini uzattı almak için. Ahşaba dokundu, tam da hayallerinde ki gibiydi. Sonra nedense birden kaşınma ihtiyacı hissetti. Parmağında duran ufak örümcekle göz göze gelmesi uzun sürmedi. Birkaç saniye sonra örümcek ortaya çıktığı gibi, aniden gözden kayboldu. Benjamin okkalı bir küfür savurdu. Tüm keyfini kaçırmıştı bu lanet olasıca haşere! Yardımcılarından biraz alkol istedi. Elinde hafif bir kızarıklık vardı. Üstüne alkolü boca etti. Sonra kaldığı işe devam etti. 3 saat sonra mide bulantısı kendisini belli etmeye başladığında o ahşabın üzerinde oyuk açacağı yerleri çizmekle meşgul oluyordu. Kızının sancıları başlamıştı ve saati erken yapması gerekiyordu.

Olaylardan 3 Gün Sonra

Kraliyet ailesi, özellikle kraliçe bu olanlara çok üzülmüş, kimse inanmak istemiyordu. Önceleri kraliyet için savaşmış bu cesur emekli askeri çok eskiden beri tanırlardı. Askerden dönüp unvan ve şöhrete kavuştuktan sonra Benjamin birden bire saatlerle ilgilenmeye başlamış ve aylar süren bir çalışma sonucu ilk yaptığı saati kraliçeye teslim etmişti. Kimse o günleri unutmuyordu. Ancak şimdi heyetin karşısında duran bu zayıf, kendinde olmayan adam birisi daha doğmamış bir bebek olmakla beraber, 3 kişinin katili olarak oradaydı; ne ünlü bir saatçi, ne de efsane bir asker olarak değil. Aslında yapılması gereken basitti. Ancak kraliyet ona son bir şans vermişti. İdamını olabildiği kadar geciktirmek niyetindeydiler. Halk ise artık sabırsızlanıyor, bu cani adamın idam sehpasına çıkmasını istiyordu. 
O gün ilk kez yaptığı işe nefret duyan Sir Joseph son bir umutla sordu.
-Sir Benjamin. Bir açıklama yapmayı düşünüyor musunuz? İşlediğiniz, tanıklar tarafından onaylanan cinayetler sizi idama götürecek.
Benjamin sustu. Hiç konuşmadı. Aklından geçeni bile bilmiyordu. Sorulan hiçbir şeye anlam veremiyordu. Oturmakta bile zorlanıyordu. Vücudunda artık sadece tek bir şeyi hissedebiliyordu. İçinden çıkacak olan devi. Onun dışında ki her şey siyah ve anlamsızdı. 
Sir Joseph ayağa kalktı. Onu diğer heyet üyeleri izledi. Karar belliydi. Biraz ileride oturan kraliçenin gözüne baktı. Kraliçe gözlerini yere indirip başını salladı. En yakın arkadaşlarından birinin idamını açıklamak Sir Joseph’e düşmüştü. Ağlamaklı ama yine de otoriter sesiyle konuşmaya başladı.
-Sir Benjamin ayağa kalkın. 
Karşısında ki mahkûm tepki vermedi.
-Krallık, kraliçe ve kraliyet mahkemesi önünde ayağa kalkın denildi!
Yine tepki yoktu. Sir Joseph daha fazla ısrarcı olmadan devam etti.
-Bay Benjamin! Karınızı ve hamile kızınızı öldürmekten sizi kraliyet adına idama mahkûm ediyorum. Bugün öğlen saat 12’ yi gösterdiğinde, meydanda cellâdın önüne çıkarılacaksınız. Papaz hazretleri sizi biraz sonra hücrenizde ziyaret edecek. Tanrı Kral ve Kraliçeyi korusun!
Benjamin kıpırdamadı. Tepki vermedi. Biraz sonra ise öğürmeye başladı. Yanında duran iki muhafız, onu kelepçeli kollarından tutmayı anlık bir refleksle bıraktılar. Benjamin önce iyice öğürdü, sonra ağzından köpükler saçmaya başladı. Kimse bu olanlara anlam veremiyordu. Biraz sonra Benjamin’in yere yıkılmasıyla her şey sona ermişti. Olaya hemen müdahale eden kraliyet hekimi, yere yıkılmış adamın ağzından çıkan örümcekleri görünce önce irkildi. Sonra herksin orayı boşaltmasını istedi.
Ceset vakit kaybetmeden yakıldı. Halka gereken açıklama yapıldı. Ve bir hafta sonra herkes bu olayı unuttu.
Sir Joseph olayı unutamayan ve gerçekleri bilen tek kişiydi. Cesetleri görünce aslında anlamıştı. Benjamin o cinayetleri işlediği gün odasına girmişti. Bir saat sonra ise durumundan endişe eden karısı ve hamile kızı apar topar gelmişlerdi. Benjamin odasında büyülenmiş gibi; kızına doğuracağı gün vereceği saatin son ayrıntılarını insanüstü bir hızla yapıyordu. Saatin oyma işlemi bitmiş, mekanizması takılmış ve artık çalışır haldeydi. Karısı ve kızı odaya girdiğinde saat yüksek ve sinir bozucu bir şekilde ses çıkartmaya başlamıştı. Tik-tak-tik-tak… Saate yaklaştı Benjamin. Sonra masadan sakin hareketle oyma bıçağını aldı. Saat ona şeytani şeyler fısıldıyordu. Benjamin önce hamile kızına doğru hamle yapmıştı. Hamile kızının karnına elinde ki oyma bıçağıyla 6 tane oyuk açmış, sonra ise aynı işlemi gözlerine uygulamıştı. Karısının ise o kör oyma bıçağıyla uzun uğraşlar sonucu boğazını kesmiş sonra durmamış ve on oyuk ta onun vücuduna açmıştı. Bu şeytani iş bitince ise bayılmış kalmıştı Benjamin'in vücudu garip bir hal almıştı. Sir Joseph sahneyi hatırladı. Bu sahneyi iki kez yaşamıştı. Cesetlerin pozisyonlarını da, Benjamin’in bayıldığında aldığı hali de… Bundan tam tamına yirmi beş yıl önce hepsini görmüştü Sir Joseph… Bildiklerini kimseye anlatmadı. 
Sabah Sir Joseph’in odasına giren hizmetçi, onun bileklerini kesik olarak buldu. Çığlıklar atarak odadan çıktı. İntihar edenlere o yıllar cenaze yapılmıyor, kişinin kafası kesilip Londra’da en büyük kilisenin bodrumuna gömülüyordu. Sir Joseph’in sonu da böyle oldu. Ve bildiği sırlarla beraber sonsuza karıştı.
Benjamin’in kalan oğlu işlerin başına geçti. Ancak başaramadı. Tüm ailesini kaybetmişti. Ağır bir depresyon sonucu kendini alkole verdi ve yakın zamanlar içinde Sir Joseph ile aynı kaderi paylaştı…
Benjamin’in kızına yaptığı o muhteşem saat açık arttırmayla, çok ucuz bir fiyata satıldı. Ve yıllar boyu üzerinde taşıdığı lanetle öldürmeye devam etti…


Not: Arkadaşlar bu hikaye, aslında 'Miras Kalan Lanet' isimli (hikayenin linki http://www.korkutreni.com/2012/08/tik-tak-tik-tak.html )  hikayenin öncesi olarak tasarlanmıştır. Ancak seri olarak düşünülmeden değerlendirilip, okunulabilir. Saygılar.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder