7 Aralık 2012 Cuma

Büyücünün Laneti... (4)


Varsham sabah uyandı ve etrafına dikkatlice bakındı. Bu sefer onu uyandıracak bir baykuş dahi yoktu etrafta. Genelde belanın habercisi olan baykuşlar bile gittiğine göre artık kötülüğün kalbine yaklaşıyordu. Dün bir kenara topladığı azıklardan bolca yedi. Nasıl olsa bir kısmını alamayacaktı. Hazırlanıp yola çıktı. Karşıda ki puslu tepelerin ardında Büyük Orman ve onun tüm kötülüğü yatıyordu. Varsham dün duyduğu kokunun arttığını da hissetmişti. Normalde hissizleşmesi gereken burnu, tam tersi oldukça fazla algılıyordu. Bir patikadan geçerken kulağına tanıdık sesler geldi. Sinekler! Sineklerin uğultusu hâkimdi etrafta ama görünürde tek bir sinek yoktu. Önünde ki yüksek engebeye tırmandı, sesler oradan geliyordu. Karşısında gördüğü manzara tüm yediklerinin ağzına gelmesine neden oldu; kustu, kustu…

Koca bir sürü burada telef olmuştu, kokunun sebebi buydu. Canavar hepsini öldürmüş ve paramparça etmişti. Bazılarının kafası yoktu, bazılarının bedeninde büyük yaralar açılmıştı, bacakları yoktu bazılarının… Ama tek bir canlı kalmamıştı. Etrafta sadece geyikler yoktu. Kurtlar, kuşlar, bilmediği onlarca yabani hayvan… Tekrar öğürdü, ama çıkacak bir şey kalmamıştı midesinde. Burnuna biraz yaprak sıkıştırıp yoluna devam etti. Sonunda ormana az bir yolu kalmıştı. Ama yorgundu, açtı. Orman keskin sınırlara sahipti. Biraz ilerisinde hiçbir ağaç veya çalı yoktu. Mecbur ormana girmek ve orada geçirmek zorundaydı geceyi. Ama garip bir şey vardı. Ormanın içinden bir sürü kuş sesi geliyordu. Orada hayat vardı, bunu düşünmek bile gördüklerinden sonra Varsham’a garip geldi. Ormanın girişinde ki büyük ağaçlardan birini beğendi. Tırnanıp güzel bir yer buldu. Kendini sabitledi ve biraz karnını doyurdu. Sesleri dinlerken uykuya daldı. Rüyasında öldürdüğü kadını gördü. Kafası kollarındaydı. Sağlam tek ayağının yardımıyla, sürünerek ona geliyordu. Birden gövdesi genişledi ve uzamaya başladı. Kuyruğunun ucunda metal bir gürz olan yaratığa dönüştü. Bu öldürdüğü canavarın daha büyüğüydü. Varsham rüyasında ne yapsa kurtulamadı, en son canavar onu yakaladı, beş kafasıyla birden ısırdı, çekiştirdi. Varsham acıyı iliklerine kadar hissetti. Paramparça olan bedeni dört bir tarafa dağıldı. Rüyadan uyanmaya çalışıyor ama olmuyordu. En sonunda gözlerini açabildi. Tam karşısında büyük bir yılan duruyordu. Varsham korkuyla irkildi, ani bir refleksle kenara çekilmeye çalıştığı sırada aklına geldi ağaçta olduğu. Ama iş işten geçmişti…
Gözlerini açıp, kendine geldiğinde; vücudunun her tarafının ağrıdığını hissetti. Biraz sonra tekrar bayıldı acıdan. En sonunda bir sansıntıyla uyanabildi. Aslında o an yani tam olarak kendine geldiğinde, rüyada olmayı daha çok isterdi veya ölmüş olmayı… Etrafında yaklaşık 20 yabani insan vardı. Kendisi ise ağaç dallarından yapılmış bir sedye üzerinde ve elleri tamamen bağlıydı. Hepsinin kafasında; farklı bir hayvanın kafa derisinden yapılmış aksesuarlar vardı. Aralarında bazen konuşuyorlar ama bu anlaşılmıyordu, daha çok konuşmak yerine bağırmak denilebilirdi buna. En sonunda yabanilerin köyüne varmak üzereyken Varsham sedyeden indirildi. Çıkmış koluna ve iyice yaralanmış bacağına rağmen yürütüldü. Elleri bir iple bağlanmıştı ve bu ipi tutan adam en önde yürüyordu. Boynunda ise bir tasma vardı. Ve bu tasmanın bağlı olduğu 3 ip vardı. Bu ipleri sağında, solunda ve arkasında 3 adam kontrol ediyordu. Silahlarının nerde olduğunu bilmiyordu. Yaralıydı. Yani kaçmasının imkanı yoktu. Ölümünün acılı olmaması için içinden dualar etti. Korkusunu dizginlemeye çalıştı. Ama köyü gördüğünde ise korkudan kalbi yerinden fırlayacaktı. Tamamen taştan inşa edilmiş bu köy ormanın çok derininde değildi. Ama etrafında büyük, uzun ağaçlar vardı. Köyün meydanında büyükçe bir kayaya oyulmuş 5 başlı yılanın figürü durmaktaydı. Evlerin köyün meydanına bakan kısımları insan kafatasından inşa edilmiş, çamur harçla birbirine tutturulmuştu. Kafasız yüzlerce bedenden kalan kemikler ise köyün dekorunu tamamlıyordu. Etrafta insanların kemiklerinden başka bir çok yabani hayvanın kemikleri de vardı. Bu korkunç manzarayı izlerken tüm halkın etrafında toplanmış olduğunu fark edemedi. Faklı bir dilde insanlar bağırıyor bazıları ona dokunuyorlardı.
 Köyün meydanında, yılan başlarının hemen altında bir infaz yeri vardı.
Varsham’ı bir kulübeye soktular. Yere atıp bir şeyler söylediler ve ortadan kayboldular. Hava kararana kadar Varsham uyuyamadı. Kafasında nasıl öldürülebileceğine dair düşünceler dönüyordu. Kaçma planı yapmayı aklından bile geçiremedi. Yüreği sıkıyor, ciğerleri sanki havayı içine çekemiyordu. Yorgunluktan uyuyakaldığında gece yarısını biraz geçiyordu. Sabah yabani köylüler tarafından uyandırıldı. Koluna girip onu kulübeden çıkarttılar. İnfaz yerine doğru hızlı adımlarla seyredip, orada ki yine taştan oyulmuş tahta oturttular. Kollarını sıkıca bağladılar. Varsham o an af dilenebilecek en iyi an olduğunu düşündü. Bağırdı ama nafile. Kimse anlamıyor, etrafını çevreleyen halk ellerinde silah olarak kullanılabilecek sopaları havaya kaldırıp aynı ritimde bağırarak bir şeyler söylüyordu. O sırada transa girip kendini kaybeden bir çok kişi oldu. Varsham korkudan titremeye başladı. Arkalarda bir şey oluyordu. Halk gelen birilerine yol veriyordu. Varsham ancak gelenler önünde durunca fark etti bunu. Yüzleri korkunç maskelerle çevrili iki kişi vardı. Onların ortasında ise kafasını ölü bir aslanın yelesi ile çevrelenmiş ve kabilenin reisi olan adam duruyordu. Gelip Varsham’ı inceledi. Varsham şeytanı adamın gözlerinin içinde görebiliyordu. Halkına dönüp sağ elinde ki asayı havaya kaldırdı ve ortadan aynı sessizlikle kayboldu. Halk şimdi çıldırıyor, kana susamış yabani hayvanlar gibi çığlıklar atıyordu. Yüzü maskelerle çevrili olan adam Varsham’ın henüz yeni fark ettiği yanan ateşe yöneldi. Onun içinden demir bir çubuğu tahta bir maşayla tuttu. Varsham’ın göğsüne bastırdı. Halk bunu büyük bir coşkuyla izliyordu. Bu sırada çığlıklar arttı. Varsham önce kendisi için zannetti bu korkunç çığlıkları. Ne zaman bir an kafasını çevirdi o zaman kendi kaldığı yıkıntının benzerinden çıkan; göğsünde kendisinin biraz önce sahip olduğu yaraya benzer bir yaraya sahip, bitkin kadını gördü. Kadın belli ki çok acı çekmiş, türlü işkencelere maruz kalmıştı. Üzerinde kurumuş kanların oluşturduğu bir elbise dışında çırılçıplaktı. Kadının dayanacak gücü kalmamıştı. Koluna giren savaşçılar onu Varshamın biraz uzağına götürüp, benzer bir tahta oturttular. Kadının yüzü yere bakıyordu. Kafasını kaldıracak mecali kalmamıştı. Elinde; Varsham’ın öldürdüğü yılanın kuyruğunda ki demir gürzün minyatürü olan adam yavaşça ilerledi kadına doğru. Kadın kalan belki de son gücüyle kafasını kaldırdı. Bir baş hareketiyle yüzünü kapatan saçlarını geriye attı. Celladın yüzüne baktı; gözlerinde farklı bir şeyler olduğunu fark etti Varsham. Bu korku değildi, bu bir meydan okumaydı. Cellat kadının çenesinden kavradı, ellerini oradan kadının saçlarına götürüp sıkıca tuttu. Yukarı kaldırdığı başı iyice inceledi. Sonra tek kelime söylemeden gürzü indirmeye başladı. İlk birkaç vuruşta kadından çığlıklar yükseldi. Sonrasında kadın sustu, başka diyarlara göç etti. Ama cellat durmadı. Elinde birkaç tutam saç ve biraz et kalıncaya kadar vurdu, vurdu. En sonunda elinde kalan saç ve deri parçasını halka gösterdi. Kulakları sağır edecek sesler şimdi etrafı inletiyor, Varsham ise titriyordu korkudan. Cellat dönüp ona baktı gülümsedi. Sonra halk cesedi birkaç saniye içinde alıp taşıdı. Varsham ise kafasına inen ve fark edemediği bir darbeyle bayıldı. Bilinci yerindeyken düşünebildiği tek şey kadının gözlerinde ki meydan okumaydı…

Not; Arkadaşlar aslında kurban bayramında yayınlanması gereken bu hikayeyi sağlık o an ki sağlık sorunlarım yüzünden ancak şu an yayınladığım için bir özrü borç bilirim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder